Ortadoğu’da varlığını sürdüren Nusayrî, Dürzi ve yezidi gibi gruplar, 19. yüzyılda Batılı devletler ve Amerika’nın dikkatini çekmişti. Fransızlar, Ortadoğu’da kendi menfaatlerine hizmet edecek Katolik ve Marunî azınlıkları, İngilizler de Dürzi ve Nusayrî taifesini kendi yanına çekmeye başlamışlardı. Bu sömürü sistemine karşı Osmanlı da boş durmamıştı…
O smanlı Arşivi’ndeki çalışmalarımız sırasında karşımıza çıkan “Lazkiye Sancağı’nın Merkab Kazası’nda din ve itikatlarını düzelten Nusayrîler için kırk adet mescit inşa edilmiştir.” ibaresi dikkatimizi çekti ve mevzuyu merak ederek konu hakkında araştırma yapmaya karar verdik. Çünkü kırk adet mescit inşa edildiğine göre din ve itikadını düzelten insan sayısı bir hayli fazla olmalıydı. Tahminlerimiz bizi yanıltmadı ve bugün Suriye sınırları içinde kalan Lazkiye şehrinde yaşayan yaklaşık 100 bin Nusayrî’nin kısa zaman içinde Müslüman olduğunu arşiv vesikalarından tespit ettik.
Nusayrîler Gayr-i Müslim Sayılmadı
Kamus-ı Türkî’de Nusayrîler “Başlıca Antakya cihetinde bulunan ve bir mezhep ve itikad-ı mahsusa tabi olan bir cemaat efradı.” olarak tarif ediliyor. Mersin’den Lazkiye’ye kadarki geniş ve mütecânis coğrafya içinde dağınık olarak yaşayan ve özel bir
itikada sahip olan Nusayrîlere, birçok etnik ve dinî grubu bünyesinde barındıran Osmanlı Devleti’nin idarî ve malî muamelesi farklı olmuştur. Osmanlı, Nusayrîlerden gayr-i müslimler gibi cizye almayarak onlara resmen bir gayr-i müslim topluluk muamelesi yapmamış ve askerlik vazifesi yüklemiştir. Bu sebeple biz de makalemizin başlığında ve içindeki “Müslüman olma” ifadesini, hem tashih-i itikat (Ehl-i Sünnet itikadına geçiş) hem de ihtidâ (Müslüman olma) yerine kullandık. Çünkü Nusayrîlerin bir kısmı Müslüman olduğu halde “kendilerine mahsus bir mezhep”e göre yaşıyordu. Bir kısmı ise Müslüman değildi.
Yazının devamını Yedikıta Dergisi Eylül (61. Sayı 2013) sayısından okuyabilirsiniz.