Artık asrımız bilgi, vesika asrıdır ve bunlara ulaşmanın kolaylaştığı bir asırdır. Bugün arşivlerimizde milyonlarca vesika, tasnife devam etmektedir. Arzu eden herkes, tasnif bitmemesine rağmen Osmanlı Devleti’nin esas kaidelerinin tespitini yapma imkanına sahiptir. Artık, kuru sözlerle tarihi karalama devri geçmiştir…
İnsanın en bariz vasfı, topluluk içinde yaşaması, yani doğumundan itibaren ailede, eğitim ve iş hayatında bir çevre içinde bulunmasıdır. İnsanın en büyük ihtiyacı ise onu bir hedef doğrultusunda yaşamaya sevk edecek kabiliyet ve gayedir. Tek başına kabiliyet bir insanın hayata tutunmasına, huzur ve sağlık içinde yaşamasına yetmez. Dolayısıyla kabiliyeti harekete geçiren gayedir. Gayesiz kabiliyetler, birer yığından ibarettir. Onların ne kendilerine ne de etraflarına bir faidesi beklenemez. Toplulukları ayakta tutan idealleridir, mefkûresidir. Öyleyse, “Kabiliyetini gayesiyle birleştirip hayatlarını devam ettirenlerin neye ihtiyaçları vardır?” diye bir soruya cevap aramalıyız.
Topluluk içinde bir fonksiyon icra ettiği için ferdin, bir hareket noktasına ve tecrübeye ihtiyacı vardır. Tecrübenin en sağlam temeli de tarih kitaplarıdır. Tarih ve tecrübenin ehemmiyeti hakkında büyük ilim adamı ve tarihçi Ahmed Cevdet Paşa şunları söylemektedir:
“Siyasi işlerde maharet ancak tecrübe ile hâsıl olur. Bir insanın ömrü her şeyi tecrübe etmeye yetmez ve bir asırlık tecrübe de yine bir insan için kâfi değildir. Dolayısıyla ârif olanlar her şeyi kendi nefsinde tecrübe etmeye kalkışmaz, yaşanmışlardan ibret ve nasihat alırlar. Geçmiş ve gelecek ahvaline vâkıf ve belki ezel ve ebed esrarını ârif olmaya, insan da tabiî bir meyil olduğundan, bütün insanlığın bu ilme olan manevi ihtiyacı âşikardır.”
Yazının devamını Yedikıta Dergisi Mayıs (21. Sayı 2010) sayısından okuyabilirsiniz.