Sadrazamların tayin ve azlini belirleyen sembol mühr-i hümayun, yani padişahın mührüydü. Mührün padişah tarafından bir kişiye verilmesiyle tayin, geri alınmasıyla da azil gerçekleşmiş olurdu. Sadrazamı diğer vezirlerden ayıran hususiyet, onun padişahın mutlak vekili olduğunu gösteren bu mühr-i hümayundu. Bu mutlak vekile itaat, padişaha itaat etmek demekti…
Osmanlı Devleti’ne ait her türlü idarî, hukûkî, siyasî, iktisadî meselelerin görüşülüp padişah tasdik ettikten sonra icraata geçirildiği en büyük merci Divan-ı Hümayun yani günümüzdeki karşılığı ile Bakanlar Kurulu idi. Fatih Sultan Mehmed Han devrinden itibaren bu divanın başkanlığını sadrazam yani başbakan yapmaya başladı. Divan, sadrazamdan başka kubbe vezirleri, Defterdar (Maliye Bakanı), Reisülküttab (Dışişleri Bakanı), Sadaret Kethüdası (İçişleri Bakanı), Yeniçeri ağası (Genelkurmay Başkanı), Kaptan-ı Derya (Deniz Kuvvetleri Komutanı) gibi vazifelilerden oluşuyordu. Fakat biz bu yazımızda Divan’ın başkanı ve Osmanlı Devleti’nin iki numaralı ismi olan sadrazamı ele alacağız.
İslam devletlerinin, hususiyle de Selçukluların baş vezirlik makamının bir devamı olan veziriazamlık, daha Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarından itibaren ortaya çıktı. Osman Gazi’nin askerî ve idarî işlerde hususî bir yardımcısı yoktu. Ona oğlu Orhan Bey yardımcı oluyordu.
Yazının devamını Yedikıta Dergisi 80. sayısından (Nisan 2015) okuyabilirsiniz.