Salgın Hastalıkların Mezar Taşlarına Yansıması

Her kalbin çarpıntısı, kendi ecelinin ayak sesidir derler. Her ne sebeple olursa olsun ecelden kaçış mümkün değildir. Ölüm, insanı ister sıcak yatağında, ister bir dağ yamacında, kaza, hastalık yahut herhangi bir salgın vesilesiyle yakalar. Ne kadar kaçarsak kaçalım her hâlükârda ölüm kazanır ve mezar taşlarına “Hüve’l-Bâkî” kazınır. İnsandan geriye kalan ise bir mezar taşıdır. Zaten onu da başkası diktirir. Bu yazımızda İstanbul özelinde salgın hastalıklar sebebiyle dâr-ı bekâya göç eylemiş insanların mezar taşlarının ibretlik şâhidelerini sizlere sunmak istedik…

Dünya, 21. asrın henüz başında SARS, Kuş Gribi, MERS, Ebola gibi bulaşıcı virüsler sebebiyle “salgın hastalık” kavramını yeniden gündemine aldı. Bugün de yaşayarak görüyoruz ki bu ne ilkti ne de son olacaktır.

Tarihi, insanlık kadar eski olan salgın hastalık ve toplu ölümler, insanoğlunun bu hastalıklar karşısındaki çaresizliği ve ıstırabı, dünya çapında yazılı (edebî) metinlere konu olmuştur. Örneğin edebiyatımızda Sami Paşazade’nin Sergüzeşt’i ile Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda verem, Reşat Nuri’nin Çalıkuşu’nda difteri, tifo, Gizli El’inde İspanyol gribi, Yeşil Gece’de çiçek hastalığı işlenmiş ve salgın hastalıkların toplumdaki yeri anlatılmaya çalışılmış.

Çaresizlik içinde tedavi yolları aranan salgınlarda genç-yaşlı demeden, sultan-köle ayrımı olmadan birçok kişi can verdi. Osmanlı padişahı Orhan Gazi, Mart 1362’de Bursa’da vebadan vefat etmişti. Bazen koca bir şehir salgınla sarsılmış, vefat edenleri defnetmeye insanlar yetişememişti. Salgınlarda kimi ailenin direği olan anne yahut baba vefat etmiş, kimi ailenin genç gülleri solmuştu. Aileleri derinden yaralayan bu kayıplar sebebiyle yaşanan üzüntü ve çekilen hasret, vefat edenlerin mezar taşlarına (şâhidelerine) açıkça yansımıştır. Salgın ve bulaşıcı hastalıklardan hayatını kaybedenlerin birçoğunun vefat nedeni veba, kolera, çiçek, verem, taun, tifo olarak belirtilirken bir kısmının şâhidesinde ise “Derdime derman aradım bir ilacın bulmadım” gibi ifadeler yer alır.

 Yazının tamamını Yedikıta Dergisi 162. sayısından (Şubat 2022) okuyabilirsiniz.

Ebul Faruk Önal

Recent Posts

Horasan’ın İncisi Merv

Düzlüklerinde savrulan her bir toz zerreciği dahi buram buram tarih kokar Merv’in. Sanki akıp giden…

3 gün ago

Timur Beg’in Mimarî Mirası

Timurlu mimarîsi, pek çok farklı coğrafyadan taşıdığı izlerle Orta Asya’daki İslâm sanatının zirvesidir. Sonraki devirler…

3 gün ago

Yavuz Sultan Selim Han’ın Âlim Dostu Molla Halîmî Çelebi

Osmanlı ilim ve irfan geleneğinin parlak simalarından Halîmî Çelebi, ilmiyle âmil, ahlâkıyla mümtaz bir âlimdir.

3 gün ago

Selçuklu Medeniyetinin Bilgi Hazineleri Kütüphaneler

Selçuklu sultanları ve devlet adamları, kitaplara duydukları hürmeti, ülkenin dört bir yanında inşa ettikleri kütüphanelerle…

3 gün ago

Batılı Seyyahların Gözüyle Osmanlı Kadını

“Türk insanı şefkatlidir, ailesine düşkündür. Evlilik ve aile bağlarına genel olarak Avrupalılardan daha çok saygı…

3 gün ago

Tuna Kıyısında Bir Tarih Ingolstadt

Orta Çağ’dan kalma şatoları, dev araç fabrikası ve Bavyera Ordu Müzesi’nde sergilenen Osmanlı çadırıyla Ingolstadt,…

3 gün ago