Size bir yerden bahsedeyim. Dünya haritasında küçük bir nokta, ancak İslâm tarihindeki yeri devasa bir kasabadan. Azın çoğa üstün geldiği, kahramanlığın ve fedakârlığın yücesinin sergilendiği bir coğrafya. Şehit olacağını bilerek şehitliğe koşan 3 komutanın yurduna yolculuğumuz. Adı savaşla anılan, yüreğinde sahabilerin şanını taşıyan Mûte’ye yolumuz…
Mute, bizde huzur dolu bir sükûnet bıraktı. Evet, ziyaretimizin özeti bu cümlede saklı. Yolculuğun her adımında yorulmak yerine daha da dinginleşir mi insan? Sahabe-i Kiram yurdunda, o büyük zâtların huzurunda huzura kavuşurmuş insan. Muradımız odur ki; onlar vesilesiyle oraları yazmak, istifademize istifade katsın, sizde de Mûte’yi ziyarete bir kıvılcım bıraksın…
Mûte, Ürdün’ün Kerek vilayetine bağlı bir kasaba. Beklediğimizin aksine küçük bir yer. Amman ve diğer uğradığımız mahallerle kıyas kabul etmeyecek sakinlikte. Düz arazilerin ve az katlı binaların hâkim olduğu Mûte’de geleneksel bej renkli taşlarla yahut mermerle kaplanmış boyasız evler; hep aynı caddeden geçiyoruz hissiyatını veriyor.
Güzergâhımızın ilk durağına, Mûte’yi Mûte yapan sebebe yani cengin başlangıç noktasına varıyoruz. Burası düzlük, sürülmüş tarlayı andıran taşlı bir saha. Bu boş alanda taşlarla çevrili yolda yürürken maziye dalıp gitmemek imkânsız. Nasıl dalmayalım? İslâm ordusunun Rumlarla karşılaştığı ilk yer burası. Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) tayin ettiği üç kumandanın (Zeyd bin Harise, Cafer bin Ebu Talib, Abdullah bin Revâha (r.anhüm) sırasıyla şehit olduğu er meydanı burası. Efendimiz’in (s.a.v.) bir mucizesi olarak savaştaki hadiseleri Medine-i Münevvere’de Ashabına an be an aktardığı yer burası.
Savaşın hercümerci, sayıca az Sahabe-i Kiram’ın, çok olan düşmana gayreti, tahayyül dünyamızda beliriveriyor. Rehberimiz de yerel halkın, bu meydanda kılıç seslerini asırlarca duyduğunu aktarıyor bizlere. Nasıl duyulmasın? 3 şehit kumandandan sonra sancağı alan ve büyük kahramanlıklar göstererek Seyfullah (Allah’ın Kılıcı) lakabının sahibi Halid Bin Velid Hazretleri (r.a.) şöyle demişti: “Mûte gününde elimde dokuz kılıç parçalandı. Elimde sadece Yemâni bir pala kaldı.”
Boş gibi duran bu meydan, İslâm tarihindeki nice hadiseye ev sahipliği yapmış. Hayalden hakikate yolculuğumuza devam edelim.
Mimarî cihetten çok bir şeyin olmadığı alanda ilerlerken tarihî manada karşımıza çıkan tek yapı, kemerli bir kalıntı. Arap kaynaklarının verdiği bilgilere göre buranın inşası Eyyûbî-Memlük dönemine (M.S. 1174-1516) kadar uzanıyor. Bu kalıntıların, bir cami kompleksi olduğu düşünülüyor. Yapı, uzunlamasına sütunlarla sıralanmış, samanla karıştırılıp çamurla sağlamlaştırılmış, duvar kalınlığı 2 metre kadar olan yarı yontulmuş taşlardan inşa edilmiş. Duvar kalıntılarına bakılırsa mekân, 13 odaya bölünmüş. Cami yanında, ibadet ve ikamet için ayrılmış bölümlerin ve bazı Memlük devri devlet adamlarının da türbeleri olduğu, kaynaklarda geçiyor. Hâlen ayakta duran kemer kalıntısı ise alanın en karakteristik unsuru. Muhtemel ki Mûte Savaşı’nın başladığı yer unutulmasın ve burayı ziyaret edenlerin ibadetlerini kolaylaştırsın diye inşa edilen bu yapı, umarız bir gün tekrardan mamur edilir.
Savaş alanının yol tarafına bakan cihetinde anıt biçiminde, tarihi olmayan taşlar mevcut. Kalıntıların diğer tarafında duvarla ayrılmış alanın dışında yine yakın tarihli Meşhed isimli bir mescid bulunuyor. Savaş alanının karşısında da Mûte Üniversitesi askeri kanadının ana girişi yer alıyor. Savaşın yaşandığı alandan ayrılıyor, savaşın şehitlerini ziyarete doğru yol alıyoruz…
Mûte’de şehit düşen Ashab-ı Kiram’dan sadece üç şehit kumandanın kabri biliniyor. Harp meydanının birkaç kilometre ötesindeki el-Mezar denen mevkide sahabe kabirleri. Harp esnasında Sahabe-i Kiram, bu noktaya çadırlarını kurdukları için buraya defnedilmişler. Zeyd bin Hârise ve Cafer bin Ebu Talib (r.anhüma) aynı mahalde, Abdullah bin Revâha (r.a.) ise onlara çok yakın başka bir mahalde medfun.
Mûte Savaşı’nın birinci ve ikinci kumandanının kabirlerinin olduğu yere vardığımızda büyük bir ihtişamla karşılaşıyoruz. Burası içinde kabirleri, camisi, mektebi, müzesi ile büyük bir külliye hüviyetinde. Genel manada Ürdün’de peygamber ve sahabe kabirlerine büyük tazim ve hürmet gösterildiğine, makamlarının çok mamur olduğuna şahit olduk. Bu sevindirici ve hürmetkârane hususu söylemeden geçmeyelim.
Külliye önünde yer alan kitabeden, şehit sahabilerin isimlerini okuyor, onları hayırla yâd edip doğu kapısından giriş yapıyoruz. Burası kemerli kapılarla birbirine bağlanan geniş avlulara açılan, galerili ve revaklı yapılar manzumesi. İnsanda hoş bir izlenim bırakıyor. Son şeklini 1996 yılında alan külliye yapısında bizi yeşil kubbeli, simetrik 2 yapı ve ilginç hikâyeleri karşılıyor. Bu binalardan sol taraftaki İslâm Müzesi, sağdaki de ilmî çalışmalar için kullanılıyormuş. Fakat bu birbirinin aynı gibi duran yapılardan soldaki, takribi 700 yıllıkken sağdaki henüz 100 yıllık. Müze ziyareti ve hikâyesini sonraya bırakalım. Çünkü önceliğimiz Sahabe-i Kiram kabirleri. Evvelâ ilk şehit kumandana ziyaretimiz…
Kapak yazısının tamamını Yedikıta Dergisi 188. sayısından (Nisan 2024) okuyabilirsiniz.
Birinci Dünya Savaşı, insanlık tarihinin gördüğü en kanlı savaşlardan birisiydi. Osmanlı Devleti’ni parçalama savaşı da…
Panoramik gösterimin mucidi ve patent sahibi Robert Barker ile küçüklüğünden beri panorama resimleri yapan oğlu…
Bundan 32 yıl önce, Sinop’un balıkçı kasabası Gerze’yi, sevimli bir misafir ziyaret etmişti. Kendini çok…
Türk kahvesi, sadece lezzetli bir içecek olmanın ötesinde, 500 yıl aşkın bir geçmişe sahip, köklü…
Salih kimselerin sohbetinde bulunmanın ve onlarla hemhâl olmanın, gönüllere ferahlık ve huzur verdiği, defaatle söylenmiştir.…
Osmanlı Devleti'nin bu kıymetli okulu Enderun'u infografik formatında sizlerle!