Sakarya Nehri’nin Doğduğu Topraklarda Bir Osmanlı Mirası Mahmudiye ve Çifteler

Eskişehir’in doğusunda, Sakarya Nehri’nin sessiz pınarlarından hayat bulan verimli bozkırlarda, iki kardeş ilçe yükselir: Çifteler ve Mahmudiye. Osmanlı’nın tarım ve hayvancılık politikalarının uygulandığı bu iki yerleşim, bir zamanlar atların yetiştirildiği, toprağın bereketle yoğrulduğu kalkınma merkezleriydi. Bugün hâlâ taşıyla, toprağıyla geçmişe şahitlik ediyorlar…

Sakarya Nehri, Anadolu’nun en uzun üçüncü akarsuyudur. 824 kilometrelik uzunluğuyla Karasu’dan Karadeniz’e ulaşan bu nehir, alışılmışın aksine bir dağdan değil, Eskişehir’in Çifteler ilçesindeki Sakaryabaşı kaynaklarından yüzeye çıkar. Serin ve berrak sularıyla yalnızca doğayı değil, tarih boyunca medeniyeti de beslemiştir. Osmanlı arşivlerinde “Çiftelik” olarak geçen bu bölge, 18. yüzyıl sonlarında Kozanoğullarından bir ağanın yerleşmesiyle dikkat çekmiş, zamanla “Çiftlikât-ı Hümâyûn” olarak anılmaya başlanmıştır.

Padişahın Projesi: Çiftlikât-ı Hümâyûn

Sultan İkinci Mahmud Han’ın 1826’da Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmasının ardından kurulan yeni ordu, daha düzenli ve disiplinli bir yapıya kavuşmuştu. Ancak bu modern ordunun önemli bir ihtiyacı vardı: Dayanıklı ve kaliteli askerî atlar… İşte bu ihtiyacın karşılanması için daha ocak kaldırılmadan önce, 1824 senesine ait fermanla, Çifteler’de devlet arazisi üzerine ilk at üretim ve bakım tesisleri kuruldu. Bu adım, Osmanlı’daki geleneksel hayvan ocakları sisteminden modern hara teşkilatına geçişin başlangıcını temsil ediyordu. Zamanla teşkilatın idare merkezi, sultanın ismini taşıyan “Mahmudiye” ilçesi oldu.

Sultan İkinci Abdülhamid Han devrinde Çifteler ve Mahmudiye’deki bu çiftlikler, büyük yatırımlarla yeniden düzenlendi. 1886’da kurulan “Hâra-yı Hümâyûnlar Nezareti”ne bağlanan bu yapı, 1 milyon 800 bin dönümlük devasa arazide yalnızca at değil; sığır, manda, koyun ve kümes hayvancılığı ile tarımı da kapsayan entegre bir üretim kompleksine dönüştürüldü. Bu çiftlikler, orduya at temin etmekle kalmamış; aynı zamanda Osmanlı’nın üretim temelli anlayışını temsil eden örnek modeller hâline gelmiştir. Anadolu’nun iç bölgelerinde ziraî faaliyetleri teşvik eden bu yapılar, Osmanlı’nın üretim gücünü gözler önüne seriyordu.

Yazının tamamını Yedikıta Dergisi 204. sayısından (Ağustos 2025) okuyabilirsiniz.

Selim Mirzaoğlu

Recent Posts

Horasan’ın İncisi Merv

Düzlüklerinde savrulan her bir toz zerreciği dahi buram buram tarih kokar Merv’in. Sanki akıp giden…

2 gün ago

Timur Beg’in Mimarî Mirası

Timurlu mimarîsi, pek çok farklı coğrafyadan taşıdığı izlerle Orta Asya’daki İslâm sanatının zirvesidir. Sonraki devirler…

2 gün ago

Yavuz Sultan Selim Han’ın Âlim Dostu Molla Halîmî Çelebi

Osmanlı ilim ve irfan geleneğinin parlak simalarından Halîmî Çelebi, ilmiyle âmil, ahlâkıyla mümtaz bir âlimdir.

2 gün ago

Selçuklu Medeniyetinin Bilgi Hazineleri Kütüphaneler

Selçuklu sultanları ve devlet adamları, kitaplara duydukları hürmeti, ülkenin dört bir yanında inşa ettikleri kütüphanelerle…

2 gün ago

Batılı Seyyahların Gözüyle Osmanlı Kadını

“Türk insanı şefkatlidir, ailesine düşkündür. Evlilik ve aile bağlarına genel olarak Avrupalılardan daha çok saygı…

2 gün ago

Tuna Kıyısında Bir Tarih Ingolstadt

Orta Çağ’dan kalma şatoları, dev araç fabrikası ve Bavyera Ordu Müzesi’nde sergilenen Osmanlı çadırıyla Ingolstadt,…

2 gün ago