Salih kimselerin sohbetinde bulunmanın ve onlarla hemhâl olmanın, gönüllere ferahlık ve huzur verdiği, defaatle söylenmiştir. Büyük Selçuklu sultanları da bu düsturu kendilerine şiar edinmişler, her zaman ilim ehli ile beraber oturmaya ehemmiyet vermişlerdir. Âlimlere, ulemaya hürmette kusur etmeyen Selçuklu sultanları, âlimlerle beraber olmaktan, onların ilim meclislerinde bulunmaktan keyif almışlardır. Onları, bazen kendileri misafir etmişler, bazen de sultanlar, âlimlerin huzurlarına vasıl olmuşlardır…
Büyük Selçuklu Devleti’nin bilge veziri Nizâmülmülk, kaleme aldığı ve kendisinden sonra geleceklere öğütler verdiği meşhur eseri Siyasetnâme’sinde, sultanların âlimlerle münasebetleri hakkında şöyle der:
“Din âlimlerine saygı göstermek, geçimleri için gerekeni beytülmâlden ayırıp tayin etmek, zâhidlere hürmet etmek, hükümdara vaciptir. Hükümdar, haftada bir veya iki defa din âlimlerini huzuruna kabul etmeli, Hazret-i Allah’ın emirlerini onlardan işitmeli, yine onlardan Kur’ân-ı Kerîm tefsiri, hadîs-i şerîfleri, eski hükümdarların hikâyelerini ve peygamber kıssalarını dinlemelidir. Münazara yapmalarını istemeli, bilmediği her şeyi sormalıdır. Zira bir müddet böyle yapılırsa, kendisine âdet olur. Bu sayede daha fazla şeriat ahkâmı ve Kur’ân-ı Kerîm tefsiri ile hadîs-i şerîfleri ezberler. Din ve dünya işleri, yolu ona açılır. Hiçbir kötü mezhep ve bid‘at, onu doğru yoldan saptıramaz. Üstelik fikirleri sağlamlaşır. Adalet ve insafı artar. Onun memleketinden ihtiras ve bid‘at kalkar ve elinden büyük işler gelir. Onun devleti zamanında şerrin, fesadın ve fitnenin kökü kazınır. Salâh ehlinin eli kuvvetlenir, fesatçı kalmaz, bu dünyada iyi isim sahibi olur. İnsanlar, onun saltanatı zamanında ilim öğrenmeye ve bilgiye daha fazla rağbet eder…”
Nizâmülmülk, eserinde âlimlerle irtibat hâlinde olmanın, sultan ve devlet için ne denli faydalı olduğunu, ehlinin anlayacağı şekilde kısaca izah etmeye çalışmıştır. Selçuklu sultanları, Nizâmülmülk’ün bahsettiği hususlara dikkat etmişler, hükümdarlıkları müddetince daima ulema ile iç içe olmuşlar; onlara hürmet ve tazim göstermekten geri durmamışlardır.
Selçukluların âlimlerle ilk irtibatı, devletin kuruluş devrinde, henüz İslâm ile müşerref olmadan önce başlamıştır. Devlete ismini veren Selçuk Bey, Cend şehrine göç ettiğinde, Hârezm bölgesinde bulunan Zandak şehrinin valisinden kendilerine İslâmiyet’i anlatacak bir âlimin gönderilmesini istemiştir. Rivayet odur ki Selçuk Bey “Benim, bu tarafa gelmemin sebebi, hayırlı bir iş için, İslâm ehlinin yoluna girmek ve İslâmiyet’i kabul etmek içindir. Şimdi dileğimiz odur ki; fukaha ve ulemanın önde gelenlerinden biri, bize Kur’ân-ı Kerîm’i, iman ve İslâm’ın hakikatlerini öğretmek için bu tarafa gönderilsin. Çölde yolunu kaybetmiş avareleri, hidayet pınarına ulaştırsın.” diyerek âlim bir kişinin yanlarına gönderilerek İslâmiyet’in nasıl bir din olduğunu kendilerine anlatmasını talep eder. Zandak valisi de birçok kıymetli hediyeyle birlikte Müslüman bir âlimi, Selçuk ailesine gönderir. Bu sayede İslâmiyet, Cend’e göç eden Oğuzlar arasında hızla yayılmaya başlar.
Yazının tamamını Yedikıta Dergisi 195. sayısı (Kasım 2024) okuyabilirsiniz.
Düzlüklerinde savrulan her bir toz zerreciği dahi buram buram tarih kokar Merv’in. Sanki akıp giden…
Timurlu mimarîsi, pek çok farklı coğrafyadan taşıdığı izlerle Orta Asya’daki İslâm sanatının zirvesidir. Sonraki devirler…
Osmanlı ilim ve irfan geleneğinin parlak simalarından Halîmî Çelebi, ilmiyle âmil, ahlâkıyla mümtaz bir âlimdir.
Selçuklu sultanları ve devlet adamları, kitaplara duydukları hürmeti, ülkenin dört bir yanında inşa ettikleri kütüphanelerle…
“Türk insanı şefkatlidir, ailesine düşkündür. Evlilik ve aile bağlarına genel olarak Avrupalılardan daha çok saygı…
Orta Çağ’dan kalma şatoları, dev araç fabrikası ve Bavyera Ordu Müzesi’nde sergilenen Osmanlı çadırıyla Ingolstadt,…