Tarih, insanlar arasında vuku bulan nice savaşlara sahne oldu. Büyük zaferler, hezimetler, yıkımlar, katliamlar hepsi tarih kitaplarında yerini aldı, almaya da devam ediyor. Peki savaşlar her zaman insanlar arasında mı olur? Hayır, kimi zaman insanlar, hayvanlara da musallat olurlar. Avustralya’nın savaşı da böyleydi işte…
Avustralya devlet armasında iki hayvan yer alır. Solda hepimizin bildiği ülkenin alâmet-i fârikası kanguru, sağda ise koşucu bir devekuşu olan Emu. Bu ismi ilk defa duymuş olabilirsiniz. Zira kendisi Avustralya’ya has bir tür. Afrika’daki devekuşlarından sonra dünyanın en büyük ikinci kuş türü. Ancak Avustralya’nın bu kuşa sahip olduğu için çok mutlu olduğunu sanmayın. Çünkü bir dönem bu kuşlarla fazlasıyla başları derde girmişti.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra evlerine dönen Avustralyalı askerler, savaştan önce icra ettikleri mesleklerine, çiftçiliğe geri dönmek istediler. Hükümet bu eski askerlere ülkenin batısında tarıma çok da elverişli olmayan 90 bin hektar arazi verdi. Fakat Avustralya Hükümeti’nin gözden kaçırdığı (ya da görmezden geldiği) bir düşman vardı: Emular. Bu bölge emuların göç yolu üzerindeydi ve yavrulama dönemleri geldiğinde buraya akın ediyorlardı.
1929 yılına kadar her şey yolunda gitti. Ancak bu yıl bütün dünyayı kasıp kavuran “Büyük Buhran”, çiftçileri de vurmuştu. Ekonomik çıkmaza giren Avustralya Hükümeti, durumu düzeltmek adına daha fazla buğday üretimi için çiftçilere baskı yaptı ve destek vereceğini vaat etti. Neticede buğday fiyatları dibe çöktü ve devlet desteği hiçbir zaman gelmedi. 1932 yılına gelindiğinde işler iyice çığırından çıktı. Üstelik sayıları 20 bini bulan büyük bir emu sürüsü de bölgeye göç etmişti. Garip hadiseler silsilesi işte bu zamanda başladı.
Bir buçuk metre boyunda, oldukça atik ve hızlı olan bu canlılar, bölgedeki ekinlerin büyük kısmını yiyor, yemedikleri alanları ise bozarak çitlerde büyük delikler açıyordu. Böylece diğer vahşi hayvanlara da yer açılmış oluyordu. Başlarda kendi imkânlarıyla mücadele eden çiftçiler, askerî tecrübeleri olmasına ve öldürülen kuş başına ödül konmasına rağmen bu kuş sürüsüyle başa çıkamadı. Emuları öldürmek neredeyse imkânsızdı. Çünkü kalın tüyleri, mermileri ya etkisiz hâle getiriyor ya da çok hızlı koştukları için açılan ateşten kurtulmayı başarıyorlardı.
Çiftçiler, şahsî silahları ile emularla baş edemeyince Tarım Bakanlığı’ndan yardım istediler. Ancak bekledikleri destek ziraî olsa da gelen destek askerîydi. Devrin Savunma Bakanı George Pearce, emulara savaş ilân etti. 20 bin silahsız, savunmasız kuşa karşı Binbaşı G.P.W Meredith komutasında “Lewis Guns” marka makineli tüfekler ve binlerce mermiyle donatılan bir birlik gönderdi. Hatta olayları filme çekmeleri için bir film ekibi bile yolladı. Böylece savaşı ve zaferi propaganda aracı olarak kullanacak, seçmenlerin gözünde çiftçileri ve halkı kurtaran bir kahraman olacaktı.
Askerlerden zaferin bir hatırası olarak yüz tane emu derisi getirmeleri ve savaşan askerlerin şapkalarına emu tüyleri takmaları istendi. Ülkenin doğusundaki gazeteler “Ne yapacakları belli olmayan tehlikeli bir düşman” olarak tanıtıyordu bu hayvancağızları. Komutanlara göre ise tam tersiydi; akılsız, şuursuz tüylü bir hayvandı altı üstü. Dakikada üç yüz mermi atan makineli tüfekleriyle rahatlıkla avlayacaklardı onları. Fakat hiç de umdukları gibi olmadı.
2 Kasım 1932’de ilk çarpışma yaşandı. Campion bölgesi yakınlarında askerler, makineli tüfeklerle yaylım ateşi açtılar kuşların üzerine. Ancak sonuç fiyaskoydu. Harcanan onca mermiye rağmen sadece 50 emu öldürülebilmişti. İkinci gün Binbaşı Meredith, askerlerine yeni bir taktik denetti. Artık açıktan saldırılmayacak, gizlice yaklaşılıp öyle ateş edilecekti. Fakat yine başarısız oldular, ellerinde sadece 12 emu ölüsü vardı. Yoksa emular görüldüğü kadar akılsız değiller miydi? Evet, onlar da kendi savunma taktiklerini geliştirmişlerdi. Bir askerin raporuna göre 10’lu, 20’li gruplara bölünen emularda her manganın bir lideri vardı. Diğerleri ekinleri talan ederken o etrafı gözlüyor herhangi bir tehlike anında saniyeler içinde yüzlerce metre mesafeye dağılıyorlardı.
Savaşın üçüncü günü, ilk günlerin de tecrübesiyle yeni bir taktik denendi: Kamyonetlerin üzerine takılmış makineli tüfeklerle emu sürülerini kovalayıp öldürmek. İşe yaradı mı dersiniz? Hayır. Araçların sesini duyan emular, askerler yaklaşmaya kalktıkça koşarak uzaklaşıyor menzilden çıkıyorlardı. Ayrıca arazide bu kuşları takip etmek, nişan alıp ateş etmek oldukça zordu. Hatta araçlardan bazıları kaza bile yapmıştı.
Emuların bu beklenmedik direnişi askerleri şaşkına çevirdi. Üç günde atılan binlerce mermiye rağmen çok az emu öldürülebilmişti. Her on mermide bir emu anca vurulabiliyordu. İstatistikler böyle olunca, savaşa bir son vermek gerekiyordu ve öyle de oldu. Çünkü bu kuşlara karşı savaş yıllarca sürebilirdi. Ordu resmen mağlup olmuştu. Yaşanan bu fiyasko, basında alay malzemesi oldu. Hükümet resmen rezil olmuştu. Savunma Bakanı bölgeye asker gönderdiğini inkâr etmek zorunda kaldı ve askerlere çekilme emri verdi. Bir gazetede çıkan manşet ise şöyleydi: Savaş bitti ama henüz karşı tarafla bir barış anlaşması imzalanmadı. Düşman, işgal ettiği topraklardaki iddiasını sürdürüyor”. Sonunda 9 Kasım 1932’de Avustralya Parlamentosu’nda yapılan tartışmada bir milletvekilinin kimsenin madalya alıp almayacağı ile ilgili sorusuna, diğer bir vekil: “Evet bir devekuşu alacak.” cevabını verdi. Binbaşı Meredith’in bu kuşlarla ilgili fikirleri de oldukça tuhaftı: “Bu kuşlardan silahlı bir askerî birlik kurabilseydik, dünyadaki bütün orduları yenerdi. Makineli tüfekler karşısında tanklar gibi zarar görmeden durabiliyorlar. Dom dom kurşunlarının durduramadığı Zulular gibiler”.
Askerlerin geri çekilmesiyle meydanı boş bulan binlerce emu, resmen bölgeyi talan eder. Çiftçiler devamlı yardım istemektedirler, ancak artık duyan olmaz. Üç yıl sonra dev bir emu sürüsü daha sefere çıkar. Çiftçiler ikinci bir emu savaşı talep eder. Zaten yeterince utanç içinde olan hükümet pek de oralı olmaz. Bunun yerine “gagaya ödül sistemi” uygulanır. Her bir ölü emu gagasına o yıllar için iyi paralar verilir. Bir yıl sonunda 30 bin emu itlaf edilir. Devlet, insanoğlunun belki de en büyük zaafını kullanmıştır; para! 1950’lerde o bölgeye 200 km uzunluğunda bir çit çekilir ve mesele kısmen de olsa hallolur.
Avusturalya-Emu Savaşı’ndan zaferle ayrılan bu kuşlar, Avustralya armasında bu zaferleriyle yer bulmayı başarmıştır. Bugün ülkenin alameti olan kangurularla beraber bu kahraman kuşlar da Avustralya’yı temsil ediyor. Günümüzde hâlâ Avustralya’daki emu nüfusunun 600 ila 700 bin civarında olduğu tahmin ediliyor ve varlığı en az tehlikede olan türler arasında yer alıyor.
Birinci Dünya Savaşı, insanlık tarihinin gördüğü en kanlı savaşlardan birisiydi. Osmanlı Devleti’ni parçalama savaşı da…
Panoramik gösterimin mucidi ve patent sahibi Robert Barker ile küçüklüğünden beri panorama resimleri yapan oğlu…
Bundan 32 yıl önce, Sinop’un balıkçı kasabası Gerze’yi, sevimli bir misafir ziyaret etmişti. Kendini çok…
Türk kahvesi, sadece lezzetli bir içecek olmanın ötesinde, 500 yıl aşkın bir geçmişe sahip, köklü…
Salih kimselerin sohbetinde bulunmanın ve onlarla hemhâl olmanın, gönüllere ferahlık ve huzur verdiği, defaatle söylenmiştir.…
Osmanlı Devleti'nin bu kıymetli okulu Enderun'u infografik formatında sizlerle!