İçindekiler
İslâmiyet’ten önce Arap kabileleri, fesâhate ve belâgate oldukça düşkündüler. Gücünü ve saygınlığını ifade etmek için Cahiliye devrindeki çocukların lisanları, hitabetle açılırdı. Hatip, âdeta kabilenin dili ve iftiharlarının vesilesiydi. Hatta bir araya geldikleri ve karşılıklı hitabette bulundukları mekânlar mevcuttu.
Yetiştirdiği hatiplerle tanınan ve adı Hanîfler arasında zikredilen Kus bin Sâide, Ukâz Panayırı’nda kızıl bir deve üzerinde, meşhur Arap şairleri ve hatiplerinin hazır bulunduğu esnada bir hutbe irad etmişti. O zaman, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de genç yaşlarında Sûk-ı Ukâz’da bu hitabeyi dinlemişti. Kus’un bu konuşması, Arap edipleri arasında dillerde destan olmuştu. Ahmed Cevdet Paşa merhumun aslı kadar güzel tercümesiyle bu hutbe şöyleydi:
“Ey insanlar! Geliniz, dinleyiniz, belleyiniz, ibret alınız. Yaşayan ölür, ölen fena bulur, olacak olur, yağmur yağar, otlar biter, çocuklar doğar, annelerinin babalarının yerini tutar. Sonra hepsi mahvolup gider. Hadiseler bitmez, birbirini takip edip gider. Kulak tutunuz, dikkat ediniz; gökte haber var, yerde ibret alacak şeyler var. Yeryüzü bir büyük dîvan. Gökyüzü bir yüksek tavan. Gelen kalmaz, giden gelmez. Acaba vardıkları yerden hoşnut olup da mı kalıyorlar? Yoksa orada bırakılıp da uykuya mı dalıyorlar? Yemin ederim; Allah’ın indinde bir din vardır ki, şimdi bulunduğumuz dinden daha sevgilidir. Ve Allah’ın bir gelecek peygamberi vardır ki, gelmesi pek yakın oldu. Gölgesi başınız üstüne geldi. Ne mutlu ol kimseye ki ona iman edip de o dahi ona hidayet eyleye. Vay ol bedbahta kim, ona isyan ve muhalefet eyleye. Yazıklar olsun ömrü gaflet ile geçen ümmetlere.
“Ey cemaat, nerede babalar ve atalar; nerede müzeyyen kâşaneler ve taştan haneler yapan Âd ve Semûd? Hani nerde dünya varlığına mağrur olup da kavmine “Ben sizin büyük rabbinizim!” diyen Firavun ile Nemrûd? Onlar, size nispetle daha zengin, kuvvet ve kıdemce sizden daha yüksek değil miydiler? Bu yer, onları değirmende öğüttü, toz etti, dağıttı. Kemikleri bile çürüyüp dağıldı. Evleri yıkılıp ıssız kaldı. Yerlerini yurtlarını şimdi köpekler şenlendiriyor. Sakın onlar gibi gaflet etmeyin, onların yoluna gitmeyin! Her şey fanidir. Bâkî ancak Cenâb-ı Hakk’tır ki birdir. Şerîk ve nazîri yoktur. Tapacak ancak odur. Doğmamış ve doğurulmamıştır. O gelip geçenlerde bize ibret alacak şey çoktur. Ölüm ırmağının girecek yerleri var. Ama çıkacak yeri yoktur. Büyük küçük hep geçip gidiyor. Giden geri gelmiyor. Anladım ki, herkese olan bana da olacaktır.”
Hindistan’ın manevî mimarlarından Şah Cihan’ın oğlu Muînüddîn Âlemgir Şah’ın, İslâm fıkhı ve hukukunun mühim kaynaklarından el-Fetâva’l-Âlemgiriyye (Fetâva-yı Hindiyye) isimli eseri, Şeyh Nizam başkanlığındaki bir ulema heyetine hazırlattığını…
(Sözünü veya işini fazla uzatma…)
Bu tabir için rivayet odur ki; Balıkesir’e yolu düşen bir vatandaş, oranın meşhur elbiselik kumaşından alarak memleketine götürür.
Aba diktirmek için terziye verir. Terzi, bir sağından bir solundan ölçer kumaşı ve “Bu aba hem üstlük hem de şalvar dikmeye yetmez; daha ister.” der.
Kumaşı, uzun yoldan alıp getiren müşteri, şöyle bir düşünerek terziye:
“Yahu nasıl yetmez, nasıl çıkmaz? Paçasını kısa kes, Aydın abası olsun!” der.
SSCB Devlet Başkanı Brejnev (ö.1982) ölüm döşeğinde yatarken Yuri Andropov’u çağırıp sorar:
“Yuri, benim yerime Sovyetlerin başına kimi getirirler dersin?”
“Beni…”
“Ya halk, senin ardından gelmezse?”
“O zaman kısa sürede senin arkandan gelirler yoldaş…”
Devrin padişahı, bir elçiyi kabul edecektir. Fakat elçi, ülkesinin zenginliğini ve şatafatını göstermek için, ne kadar altın, inci, elmas gibi süs eşyası varsa takıp takıştırarak huzura çıkmak ister. Saray görevlileri, elçiyi kırmadan duruma nasıl mani olacaklarını bilemezler. Akıllarına İncili Çavuş gelir:
“Aman Çavuş, şu adamı sen yola getirirsin. Ne yaparsan yap, bu saçmalığa engel ol!” derler.
İncili, “Bir çaresini buluruz.” der. Evvela, elçiyle tanışıp hasbihal eder. Bir süre sonra, elinde kıymetli taşlarla süslenmiş, sedef kakmalı bir çift takunyayla çıkagelir. Gizlice, bu süslü takunyaları elçinin gireceği tuvalete koydurur. Elçi, tuvalete girip bunları görünce şaşırır. Gelince İncili Çavuş’a sormadan edemez:
“Süslü, inci ve sedef kakmalı nalin tuvalete konulur mu hiç? Yazık değil mi?”
İncili Çavuş, oldukça sakin cevap verir:
“Padişahımız böyle süs eşyasına değer vermez.”
Elçi, şöyle kendi üzerine bakınır; sonra süs eşyalarını çıkarır ve saklar.
Birinci Dünya Savaşı, insanlık tarihinin gördüğü en kanlı savaşlardan birisiydi. Osmanlı Devleti’ni parçalama savaşı da…
Panoramik gösterimin mucidi ve patent sahibi Robert Barker ile küçüklüğünden beri panorama resimleri yapan oğlu…
Bundan 32 yıl önce, Sinop’un balıkçı kasabası Gerze’yi, sevimli bir misafir ziyaret etmişti. Kendini çok…
Türk kahvesi, sadece lezzetli bir içecek olmanın ötesinde, 500 yıl aşkın bir geçmişe sahip, köklü…
Salih kimselerin sohbetinde bulunmanın ve onlarla hemhâl olmanın, gönüllere ferahlık ve huzur verdiği, defaatle söylenmiştir.…
Osmanlı Devleti'nin bu kıymetli okulu Enderun'u infografik formatında sizlerle!