Müderrislik, mühendislik, hekimlik, tarihçilik, hattatlık, şairlik… Bu hünerlerin yanında bir de Arapça, Farsça, Latince, İtalyanca ve Fransızca bilgisi… Bu cihetleriyle aslında tam bir “hezarfen” olan Şânîzâde Atâullah Efendi, 19. asırda modern tıbbın ülkemizde gelişmesinde tam manasıyla bir dönüm noktasıdır…
Mehmed Atâullah Efendi, Ortaköy’de Feriye saraylarının sonundaki karakol binasının yerinde vaktiyle dedelerinin oturduğu Şânîzâdeler yalısında dünyaya geldi. Doğum tarihi, kesin olmamakla birlikte 1760’ların ortaları olarak kabul edilir. Esasında, büyük dedesi tarakçı olduğu için ailesi, Tarakcıoğlu diye anılırken zamanla bu kelimenin Farsça karşılığı olan Şânîzâde tabiri kullanılmaya başlanmış. Babası Mehmed Sadık Efendi, Medine-i Münevvere kadısı iken vefat eden Şânîzâde Atâullah Efendi, klasik medrese eğitimini tamamlayıp 1785’te müderrisliğe başlar. Bu arada kendini geliştirmeye devam ederek Halıcıoğlu Mühendishanesi ve Süleymaniye Tıp Medresesi’ne devam eder. Daha önce öğrendiği Arapça ve Farsça yanında İtalyanca, Fransızca ve Rumcayı da öğrenir. Bilhassa Latinceyi çok iyi bildiği söylenir.
Tıp ilmine olan hususî merakı o kadar fazladır ki, tıp tahsili yanında İstanbul’daki Avusturya tebaası Venedikli ve Milanolu hekimlerle Avrupa’da tıp eğitimi alır. Gayrimüslim Osmanlı tebaası hekimlerle tanışıp onlardan da istifade eder.
Memuriyet hayatına müderrislikle başlayan Atâullah Efendi, birçok medresede müderrislik ve muhtelif beldelerde kadılık yaptıktan sonra, en son Mekke-i Mükerreme pâyesiyle emekli olur. Vak‘anüvis Mütercim Âsım Efendi’nin İstanbul’da vebadan ölmesi üzerine Sultan İkinci Mahmud tarafından mühim bir vazife olan vak‘anüvisliğe, yani resmî tarih yazıcılığına tayin edilir. 1825’te bu vazifesinden azledildiğinde geride 4 ciltlik bir tarih bırakmıştır. Bu tarihten bir sene sonra sürgün olarak gönderildiği Tire’de vefat eder ve oraya defnedilir.
19. asır Batı tıbbının ülkemizde tanınmasında büyük fayda sağlayan Şânîzâde Atâullah Efendi, Avrupa’da yayınlanmış pek çok değerli tıp kitabını dilimize çevirerek bu sahada yeni bir çığır açtı. Dilimizde mevcut eski tıp terimlerini yeniden ele alarak, yeni tıbba ait yeni terimler de türetilmesine vesile oldu. Nitekim hazırladığı kitaplar, Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye’nin 1873’te hazırladığı Lügat-ı Tıbbiye’ye temel teşkil edecekti.
Atâullah Efendi’ye, tıp sahasındaki derin bilgisi sebebiyle “vaktinin İbn-i Sina’sı”, “tıp ilminde yed-i tûlâ sahibi” denilmesine rağmen, kendisinin herhangi bir yerde hekim yahut tıp medresesinde hoca olduğuna dair bir kayıt yoktur. Niçin böyle olduğu hususunda Ahmed Cevdet Paşa, hekimbaşı olması gerekirken hakkı yenilerek vak‘anüvis tayin edildiğini yazar. Diğer taraftan, Şânîzâde Atâullah Efendi’nin bu sahada teorik bilgiye sahip olmakla beraber, pratik konusunda yetersiz kaldığı yahut belki de diğer meşguliyetleri sebebiyle hekimlik yapmaya yeterli vakit bulamamış olduğu da zikredilir.
Hakkındaki araştırmalar göstermektedir ki Şânîzâde Atâullah Efendi, hususiyle tıp sahasındaki çalışmaları sebebiyle ciddi bir rekabetle karşı karşıya kalmıştır. Sırf bu sebeple, hazırlamış olduğu eserlerini dahi bastırmakta hayli zorluk çekmiştir. Üstüne bir de sürgün edilmiştir. Üzerinde çok durduğu hususlardan biri, devrin salgın hastalıklarına karşı karantina usulünün uygulanmasını istemesidir. Hatta çiçek hastalığının aşılama suretiyle tamamen önlenebileceğini gündeme getiren de odur.
Mehmed Atâullah Efendi, tıbba dair çok önemli eserler kaleme almıştır. Mir’âtü’l- Ebdân fî Teşrîhi A‘zâi’l-İnsân isimli eseri, devrine göre modern tarzda hazırlanmış, gerçek anlamda ilk anatomi kitabıdır. Bu eseri, 1820 yılında resimli olarak basılmıştır. Tercüme bir eser olan Usûlü’t-Tabî‘a kitabı ise ülkemizde basılan ilk fizyoloji kitabıdır. Kanûnü’l-Cerrâhîn’de cerrahî hastalıklar ve uygulamalara ağırlık verilmiştir. Mîzânü’l- Edviye ise ilaçlardan bahsettiği eseridir.
Birinci Dünya Savaşı, insanlık tarihinin gördüğü en kanlı savaşlardan birisiydi. Osmanlı Devleti’ni parçalama savaşı da…
Panoramik gösterimin mucidi ve patent sahibi Robert Barker ile küçüklüğünden beri panorama resimleri yapan oğlu…
Bundan 32 yıl önce, Sinop’un balıkçı kasabası Gerze’yi, sevimli bir misafir ziyaret etmişti. Kendini çok…
Türk kahvesi, sadece lezzetli bir içecek olmanın ötesinde, 500 yıl aşkın bir geçmişe sahip, köklü…
Salih kimselerin sohbetinde bulunmanın ve onlarla hemhâl olmanın, gönüllere ferahlık ve huzur verdiği, defaatle söylenmiştir.…
Osmanlı Devleti'nin bu kıymetli okulu Enderun'u infografik formatında sizlerle!