Selçuklu hükümdarları, Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’ye derin bir sevgi ve bağlılık göstermişlerdir. Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) olan muhabbetleri, onları Haremeyn’in hizmetkârı yapmış ve bu uğurda servetlerini harcamışlardır. Sultanların Haremeyn’e olan bağlılıkları ve İslâm ümmetine hizmet etme arzusu, her şeyin üzerinde olmuştur. Resûlüllah Efendimiz’in mescidinde ve Beytullah’ta okunan hutbelerde isimlerinin zikredilmesi, onları yeryüzünün en bahtiyar insanları yapmıştır…
İslâm dünyasının kalbi olan Hicaz, Büyük Selçukluların tarih sahnesine yeni çıktıkları dönemde, Abbasîler, Şiî Fâtımîler ve Karmatîler gibi farklı güçlerin hâkimiyet mücadelesine sahne olmuş bir bölgeydi.
Mukaddes toprakların Selçuklu payitahtından hayli uzak olması, sultanların Hicaz’a kayıtsız kaldıkları manasına gelmiyordu. Aksine onlar, Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’ye hizmet götürmek ve mukaddes beldeleri himaye etmek için büyük çaba sarf etmişlerdi.
Nişabur’da tahta çıkan Tuğrul Bey, Abbasî halifesine bağlılığını ve saygısını göstererek, İslâm dünyasının koruyucusu olma sorumluluğunu üstlendiğini ilân etmiş ve kendisini “halifenin kölesi” olarak tanımlamıştı. Bu ifade, sıradan bir sözden öte, Selçukluların İslâm dünyasındaki misyonunu ve üstlenecekleri rolü açıkça belirten stratejik bir beyan niteliğindeydi.
Nitekim Tuğrul Bey, düzenleyeceği Bağdat seferinin gerekçelerini şu şekilde açıklayacaktır: “Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) halifesinin hizmetinde bulunmak, haccetmek, hac yollarını bedevilerin akınlarından korumak ve Suriye ile Mısır’da Fâtımîlere karşı mücadele etmek.”
Bu ifadeler Selçukluların; Hicaz bölgesinin güvenliğini sağlama, hac yollarını emniyete alma ve Mekke-i Mükerreme ile Medine-i Münevvere’ye hizmet etme gibi büyük sorumluluklar üstlendiğini göstermekteydi. İşte Tuğrul Bey’in Bağdat seferi, siyasî zafer olmasının yanında Müslümanların birlik ve düzenini sağlamaya yönelik önemli bir hamleydi.
Bozkırdan doğan Selçuklu güneşi, Abbasîlere âdeta nefes olmuştu. Zira bir asırdır hilafet merkezi Bağdat, Büveyhîlerin hâkimiyeti altındaydı.
Fâtımîlerin desteğiyle halifeyi etkisiz hâle getiren Büveyhîler, Mâverâünnehir, Horasan ve Bağdat’tan gelen Sünnî hacıların Hicaz’a ulaşmasına mani oluyorlardı. Abbasî halifeleri, hac yolunun açılabilmesi için Beytullah’ta, hutbelerde Fâtımî sultanlarının isimlerinin de okunmasına dahi razı olmak zorunda kalmışlardı. Ancak bu durum, Selçukluların gelişi ile değişecekti.
1055 yılında Tuğrul Bey, Bağdat’a girerek Büveyhî hâkimiyetine son verdi ve Abbasî halifesi Kâim bi-Emrillah’ı serbest bıraktı. Tuğrul Bey’in Bağdat’a girişi, Abbasîler için kurtuluş anlamına geliyordu. Hilafet, Şiî-Batınî baskısından kurtulmuş, Selçukluların himayesinde yeniden güç kazanmaya başlamıştı.
Tuğrul Bey, kendisi hacca gidemese de tam 30 yıldır kapalı olan hac yollarını güvenli hâle getirerek yeniden açtı. Horasanlı ve Iraklı hacılar, uzun aradan sonra mukaddes topraklara güven içinde ulaştılar. Bunda en önemli pay, şüphesiz Tuğrul Bey’e aitti. Onun kararlılığı ve stratejik hamleleri, İslâm dünyasında dinî hayatın yeniden canlanmasına vesile olmuştu.
Kapak yazısının tamamını Yedikıta Dergisi 206. sayısından (Ekim 2025) okuyabilirsiniz.
Düzlüklerinde savrulan her bir toz zerreciği dahi buram buram tarih kokar Merv’in. Sanki akıp giden…
Timurlu mimarîsi, pek çok farklı coğrafyadan taşıdığı izlerle Orta Asya’daki İslâm sanatının zirvesidir. Sonraki devirler…
Osmanlı ilim ve irfan geleneğinin parlak simalarından Halîmî Çelebi, ilmiyle âmil, ahlâkıyla mümtaz bir âlimdir.
Selçuklu sultanları ve devlet adamları, kitaplara duydukları hürmeti, ülkenin dört bir yanında inşa ettikleri kütüphanelerle…
“Türk insanı şefkatlidir, ailesine düşkündür. Evlilik ve aile bağlarına genel olarak Avrupalılardan daha çok saygı…
Orta Çağ’dan kalma şatoları, dev araç fabrikası ve Bavyera Ordu Müzesi’nde sergilenen Osmanlı çadırıyla Ingolstadt,…