Soğuk Savaş’ın fitili çoktan ateşlenmiş, gardlar alınmaya başlayalı epey olmuştu. 1962 sonbaharının, milyonlarca insanın dünya gözüyle gördüğü son mevsim olmasına ramak kaldığı günlerdi. Ekim’in 22’si, akşam vakti. Amerikalı bir aile, çocuklarıyla beraber televizyon izliyor. Fakat neden sonra evin annesi, çocuklarını kaptığı gibi odalarına götürüyor. Televizyonda konuşan Başkan Kennedy. Yüzü epey gergin. Gereksiz tek bir kelime bile konuşmamak için kâğıttan okuyor. Buz gibi bir ses tonuyla söyledikleri hiç hayra alâmet değil. Kennedy bu vakitsiz konuşmasında, Sovyet Rusya’nın, Amerika’nın burnunun dibindeki Küba’ya yerleştirdiği füzelerden bahsediyor…
Büyük Savaş’tan sonra dünyanın iki kutba ayrıldığı malum. Bu iki kutbun arası 1948 ve 1958 Berlin buhranlarıyla ve 1956’daki Süveyş Krizi ile açılmış, 1960’taki U-2 Hadisesi de bu zıtlaşmanın tuzu biberi olmuştu. 1948 Berlin Buhranı ile Sovyetler ve ABD ilk kez karşı karşıya geldiğinde Sovyet Rusya’nın elinde nükleer silah bulunmuyordu. Fakat Sovyetler önce 1949’da ilk atom bombasını yaptı; 1957’de de yapay bir uydu olan ünlü Sputnik’i uzaya yerleştirdi. Artık Sovyetler’in de kıtalararası kullanabileceği füzeleri vardı. Küba Füze Krizi, işte bu iki nükleer gücü ilk defa karşı karşıya getirmesiyle diğer bunalımlardan ayrılır.
Krize geçmeden önce 60’lı yıllara kadarki 20. yüzyıl Küba’sına bir göz gezdirelim… Sabah erken kalkanın darbeyle idareyi ele geçirdiği bir ülke var karşımızda. 1898 İspanya-ABD Savaşı ile İspanya, Küba’dan kovulmuş ve Küba sözde bağımsızlığını kazanmıştı. Savaştan sonra Küba, ekonomik açıdan ABD’ye bağımlı duruma geldi; ülkedeki işletmelerin çoğu Amerikalıların elindeydi. Derken; 1923, 1933, 1940, 1952 yıllarında birbiri ardınca darbeler, devrimler gerçekleşerek farklı diktatörler ülkeyi yönetti. Son diktatör Batista, Fidel Castro’nun önderliğindeki bir ihtilalle 1959’da kesin olarak kayıplara karıştı.
Castro’nun ihtilali, Türkiye’de bilinenin aksine, komünist/sosyalist bir ihtilal değildi. Castro da komünist değil, bilakis komünizme karşıydı. Kendisini hümanist olarak tanımlıyor ve arada bir yerde konumlandırıyordu. Hatta 1960’ta ABD’yi ziyaret bile etti. Fakat Sovyet Rusya, Küba’daki ihtilali bir fırsat olarak görüyor ve Küba’ya maddî olarak yardım ediyordu. Bu, Küba ile ABD’nin arasını açtı. Amerika burnunun dibinde komünist bir devlet istemiyordu. Önce ticarî ilişkiler kesildi, sonra CIA tarafından korkunç bir plan hazırlandı. Buna göre, Küba’dan kaçan ve Castro muhalifi 1400 Kübalı eğitilerek Küba’ya çıkartılacak ve halkın da onlara katılmasıyla Castro tahtından indirilecekti. Bu sırada ABD’de Eisenhower devri bitmiş, Kennedy başkan olmuştu.
Kennedy, Beyaz Saray’daki oval ofisine oturur oturmaz bu planı kucağında buldu. Başta tereddüt etti. Yetkililerden ikna edici teminatlar aldıktan sonra operasyonun düğmesine bastı. Sonuç, tam bir fiyaskoydu. Kübalı muhalifler adaya çıktılar çıkmasına ama Küba halkından kimse onlarla birleşmediği gibi Castro’nun kuvvetleri de çıkarma yapan yüzlerce kişiyi öldürdü. Bu çıkarma, Domuzlar Körfezi’nden yapıldığı için tarihte “Domuzlar Körfezi Harekâtı” olarak bilinir (1961). Kennedy, bu başarısızlığın sorumluluğunu üzerine almış ve “Zaferin yüz tane babası vardır, fakat hezimet yetimdir.” sözünü söylemiştir.
ABD’nin bu operasyonundan sonra Küba, Sovyet Rusya’ya iyice yanaştı, hatta sosyalizmi benimsedi. Başlangıçta komünizme karşı olan Castro, işte şimdi komünist olmuştu.
Sovyet Rusya devlet başkanı Kruşçev, bir müddet sonra krize sebep olacak füzeleri, az evvel bahsettiğimiz operasyondan sonra Küba’ya yerleştirmeye başladı. Öte yandan gazetelere verdiği beyanatlarla da Küba’ya herhangi bir saldırı olursa bunun karşılıksız kalmayacağını belirtiyor, Küba’nın hamiliğini üstleniyordu. “Sovyet Rusya’nın, kendi füzeleri çok güçlü olduğu için sınırları dışında bir yere füze rampaları kurmasına gerek olmadığı” yönündeki açıklamaları da bir aldatmacadan ibaretti (Benzer bir yalanı da ABD, U-2 Hadisesi’nde Rusya’ya söylemişti).
ABD’nin gizli istihbarat uçakları olan U-2’ler, birkaç aydır Küba üzerinde yüksek irtifada uçuyordu. 16 Ekim 1962’de bu uçakların birinden Beyaz Saray’a ateşli bir haber geldi. İstihbarata göre Küba’da Sovyet füzeleri konuşlandırılmıştı. Üstelik füzelerin fotoğrafları da çekilmişti. Kennedy, kurmaylarını topladı. ExComm adında gizli bir icra kurulu oluşturdu. 5 gün boyunca verilecek tepki üzerine tartışıldı. Sonunda Kennedy, 22 Ekim’de televizyona çıkarak Sovyet Rusya’yı Amerikalılara ve dünya kamuoyuna şikâyet etti. Bu, 13 günlük büyük krizin ilk günüydü. ABD donanması hemen Küba adasını ablukaya aldı. Küba’ya giden her gemi kontrolden geçirilecekti. Sovyet gemileri ise Küba’ya doğru yoldaydılar. Onlar ilerledikçe gerilim artıyordu. Neyse ki, gemilerle alakalı bir sorun yaşanmadı. Öte yandan Küba, muhtemel bir ABD saldırısı için teyakkuza geçti.
ABD’nin abluka hamlesine rağmen Kruşçev de sertti. ABD’yi BM Güvenlik Konseyi’ne şikâyet etti. Sovyet Rusya’nın bu krizdeki siyasetine bir isim vermek gerekirse, bu herhalde “ölümü gösterip sıtmaya razı etme siyaseti” olurdu. Zira Kruşçev de nükleer bir savaşa girmeyecekti. İstediği şey, ABD’nin Türkiye ve İtalya’daki, Rusya’ya dönük Jüpiter füzelerinin kaldırılması ve Küba’nın işgal edilmeyeceği garantisiydi. Dolayısıyla füzeler işin bahanesi olup, Kruşçev’in siyasî bir hamlesinden ibaretti.
27 Ekim’de iki lider mektuplaştı. Sonunda uzlaşmaya varmışlardı. Buna göre Sovyetler, Küba’daki füzelerini çekecek; ABD de Rusya yakınlarındaki füzelerini sökecekti. Böylece dünya, karın ağrılarından, gelecek endişelerinden kurtuldu, güya.
Peki, ne değişti? Asıl değişimler, uluslararası ilişkilerde oldu. Bir kere NATO üyeleri (özellikle Avrupalılar), ABD’nin böyle küresel bir buhranda kendilerine danışmadan hareket edebileceğini gördüler. Türkiye ise ABD tarafından bu kadar kolay feda edilebileceğini anladı. İki nükleer gücün kafa kafaya gelerek, bir tuşla veya emirle bütün dünyayı yerinden oynatacağı ortaya çıktı ki bu, 20. yüzyılın en soğuk gerçeklerinden biridir. Soğuk Savaş’ın ulaştığı en son nokta bu oldu. Ertesinde “Detant” denen “Yumuşama Dönemi” başladı. Taraflar, nükleerlerini kılıflarına geri koydu. İki taraf arasında anlaşma imzalanarak nükleer denemelerin karada, havada ve uzayda yapılması kısıtlandı; sadece yeraltında yapılmasına izin verildi.
İki kutupta da çatırdamalar meydana geldi. Fransa’nın lideri Charles de Gaulle, NATO’dan ve ABD’den soğudu. Bu, diğer Avrupa ülkelerini de etkiledi. Doğu cephesinde ise Sovyet Rusya ile Çin’in arası bozuldu. Çin’e göre Rusya, ABD’ye fazla taviz vererek işbirliklerine ihanet etmişti.
Bu tarz buhranlar, ülke insanlarını nasıl etkilemiştir kim bilir?..
Birinci Dünya Savaşı, insanlık tarihinin gördüğü en kanlı savaşlardan birisiydi. Osmanlı Devleti’ni parçalama savaşı da…
Panoramik gösterimin mucidi ve patent sahibi Robert Barker ile küçüklüğünden beri panorama resimleri yapan oğlu…
Bundan 32 yıl önce, Sinop’un balıkçı kasabası Gerze’yi, sevimli bir misafir ziyaret etmişti. Kendini çok…
Türk kahvesi, sadece lezzetli bir içecek olmanın ötesinde, 500 yıl aşkın bir geçmişe sahip, köklü…
Salih kimselerin sohbetinde bulunmanın ve onlarla hemhâl olmanın, gönüllere ferahlık ve huzur verdiği, defaatle söylenmiştir.…
Osmanlı Devleti'nin bu kıymetli okulu Enderun'u infografik formatında sizlerle!