Categories: Tarih Ambarı

Klasik Şiirin Sırrı

Klasik şiirimizde güzellik ve aşka dair konularda şairler aslında Hz. Allah’ı övmektedirler. Lâtifî bu hususu açık bir şekilde şöyle izah eder: Şairler; kâh mesnevi ile Allah’ı tevhîd, kâh manevî beyitlerle gafilleri tehdit ederler. Kâh güzelliğin sebepleri ve aşkın ahvâli üzerinde durup güzellerin âşıklara nazlanışlarını beyan ederler; kâh sevgilinin cevrini ve rakibin zulmünü anlatırlar. Zahirde güzelliği tarif ve sevgilinin yüzündeki beni ve hattı tavsif ediyorlar görünseler de aslında Allah’ı övmektedirler. Bütün güzellikler arifle Hak arasında bir surettir… Nakışta nakkaşı, eserde müessiri görürler. Buna göre şairler; Allahü Teâlâ’nın vasfedicileri, yaratılış güzelliğinin sırlarının övücüleri ve keşfedicileridir. Meselâ güzel bir binayı seyredenler, o binayı övseler, bu övgüler binaya değil, binayı yapana râci olur. Eğer şairler def, ney, mâşuk, mey gibi şeylerden bahsederlerse zahirine bakıp şairin şaraptan ve güzelden bahsettiğini zannetmemek lâzımdır. Çünkü tarikat erbâbının lisanında ve hakikat sahiplerinin dilinde “her lâfzın bir manası ve her ismin bir müsemması ve her kelamın bir te’vîli ve her te’vilin bir temsili olur”. Güzelleri vasfedenler gibi padişahları övenlerin şiirleri de aslında Allah’a râcidir.

 

Sözlerin Asılları / Öküzün Altında Buzağı Aramak

Mevcut duruma uymayan, bahane ve gerekçelerle suç ve suçlu aramak anlamında kullanılan tabir için gerçek midir uydurma mıdır bilinmez, bir hikâye anlatıla gelmiştir. Eskiden, zengin bir toprak ağası, sahip olduğu pek çok koyun, sığır, at, manda ve keçi gibi hayvanları, köylülerine teslim edermiş. Her yıl da doğumlardan sonra köylere giderek yeni doğan kuzu, buzağı, malak, tay gibi yavruları titizlikle sayar, kulaklarını zımbalayıp özel damgasını vurarak defterine kaydetmeyi de ihmal etmezmiş. Bunu yaparken de aksiliği tutar, köylülere yavruları cins cins ayırtır, mutlaka her hayvanı yavrusu ile beraber görmek istermiş. “Hani bunun kuzusu, hani bunun oğlağı, hani bunun malağı!” diye bağırıp çağırarak sayım ve kayıt yaptığı bir gün, inek sandığı irice bir dananın altında buzağısını göremeyince, boynuzundan tutup:

– Hani bunun buzağısı! diye hesap sormaya başlamış. Köylüler bir anda şaşkınlıkla ortalıkta buzağı aramaya koyulmuşlar. Ağa da bir hırsızlık yakaladım diye sevincinden şamatayı artırmış. Köylülerden akıllı biri durumu anlayıp:

– Ağam, o hayvan inek değil, öküzdür. Erkek hayvanın da buzağısı olur mu? deyince, ağanın hevesi kursağında kalmış.

 

Yazının devamını Yedikıta Dergisi 89. sayısından (Ocak 2016) okuyabilirsiniz.

 

Yedikıta Dergisi

Share
Yazar:
Yedikıta Dergisi

Recent Posts

Balkanlarda Müslüman Kimliğinin Kalbi Deliorman

“Serhaddin ucunda bir gölge, bir dua gibi durur bazı yerler. Deliorman da onlardan biridir; sessiz,…

4 gün ago

Kanuni Sultan Süleyman Han’ın Son Vasiyeti

Cihan hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman, son seferinden hemen önce yazdığı vasiyetnamesinde su hizmetinden bahsediyordu…

4 gün ago

Anadolu’da Taşa Kazınmış En Büyük Türkçe Kitabe Taş Vakfiye

Anadolu topraklarında dikilitaş formundaki en büyük Türkçe kitabe, Germiyanoğluları zamanında dikilmiştir. Kütahya’da bulunan kitabe, taş…

4 gün ago

Nizâmülmülk’ün Manevî Dünyası

“Her gün için bir parça ekmeğim ve ibadet edeceğim bir mescidim olsun, bu bana yeter.”

4 gün ago

Marka Şehir Londra

Bir şehir nasıl marka olur? Veya bir şehir nasıl pazarlanır? Bu sorulara en isabetli cevabı,…

4 gün ago

İslâm Şehir Tarihçiliğinin İlkleri

Bu makalemizde İslâm şehirciliğinin ilk dönemlerine ve şehir müelliflerinin ilk misallerine temas edeceğiz…

4 gün ago