İçindekiler
Câmeşûy kelimesi bir terkiptir. Farsçada elbise manasına gelen “câme” ile yine aynı dilde “yıkayan” anlamına gelen “şûy” kelimeleri birleşmiş ve câmeşûy kelimesi meydana gelmiştir. Terkipten de anlaşılacağı üzere câmeşûy, “çamaşır yıkayan” demektir. Güzel Türkçemizdeki çamaşır kelimesinin de buradan türediği düşünülür.
Câmeşûy, Osmanlı sarayında bir memurluktu. Hareme ait kıyafetlerin yıkanmasından sorumluydular. Sayıları az değildi. O sebeple bunlara “câmeşûyân-ı hâssa” denirdi. Takım liderine “câmeşûy usta” yahut “câmeşûybaşı” denirdi. Câmeşûybaşı zamanla “çamaşırcıbaşı” şeklini aldı. Çamaşırcıbaşının emrinde çamaşır yıkayan müstahdemler ve “müteferrika” denen asistanlar vardı.
Has Oda kadrolarında herhangi bir sebeple ihtiyaç olursa çamaşırcıbaşının Has Oda’ya geçme ihtimali hiç zayıf değildi. Çamaşırcılar; Topkapı Sarayı, Edirne Sarayı, Eski Saray, Galata Sarayı ve İbrahim Paşa Sarayı’nda vazife alırlardı. Buralarda bir miktar çalışanlar, Kapıkulu ocaklarına gönderilirdi.
Topkapı Sarayı’nın çamaşırhanesi, şimşirlik tarafında yer alan bodrum kısmındaydı. Çamaşırlar, eskiden beri taş teknelerde dövüle dövüle yıkanırken zamanla usul değişti.
Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın yıkanan kıyafetleri, sarayın avlusunda sadece padişaha ait çamaşır iplerinde kurutulurdu. Çamaşırları, sadece beyaz elbise giyen vazifeliler yıkar, sonra da kurutulup ütülenmek üzere kalfalara verirlerdi.
İnsan, ecdadımızın günlük hayatına dair detayları gördükçe, günümüzde ne kadar kolay bir hayat sürdüğümüzü düşünmeden edemiyor. Doğrusu, ne kadar şükretsek az.
Münacat, edebiyatımızda Cenab-ı Allah’a dua kastıyla yazılmış şiirlere verilen genel isimdir.
Kelime, lügatte “fısıldamak, fısıldaşmak, gizlice sır vermek” manasına gelir. “Necv” kökünden türemiştir. Fakat ıstılahtaki kullanımı sebebiyle “yakarmak, dua etmek, ilticada bulunmak” manasında kullanılır.
Hemen her türlü meramın şiirle ifade edildiği eski edebiyatımızda şairler, şiirleri ince ince işler; vakti gelince de bir divanda bir araya getirirlerdi. Bir divanın evvela münacat sonra da naat (Efendimiz (s.a.v.) için yazılmış olan şiirler) ile başlaması âdettendi. Nasıl ki ilmî eserler; besmele, hamdele ve salvele ile kelâma başlarsa, divanlar da evvela Hazret-i Allah’a yakarır, sonra Efendimiz’e (s.a.v.) salat ü selâm getirirdi. Bu, sağlam ve kadîm bir gelenekti. Bu sebeple divan meydanında söz söyleyen şuarânın mutlaka en az bir adet münacatı olurdu.
Pek çok şiirde maksat, kelâmı süslemek, edebî hüneri gösterip okuyanları mest etmek iken; münacatta yegâne maksat, Hazret-i Allah’ın rızasını kazanmaktı. Bu sebeple münacatta sanat kaygısından evvel, ihlas ve samimiyet aranırdı.
Münacat dizmek, sadece divan edebiyatı şairlerinin değil, hece vezniyle şiir söyleyen halk şairlerinin de muradıydı. Hâsılı, edebiyatımız münacat bahçesidir. Kelimeleri birbirine muhabbetten halkalarla tutturan zarif şairlerimiz, edebî geleneğimize âbidevî münacatlar bırakmışlardır.
Münacat söyleme geleneği, Hazret-i Ebubekir’e (r.a.) kadar uzanır. Hazret-i Sıddîk’in (r.a.) ve Hazret-i Ali’nin (k.v.) münacatları, sözü söz ile dizmekte mahir olan tüm Müslüman şairleri etkilemiştir. Sonraki çağlarda İslâm’ın nurlu sesinin yayıldığı tüm topraklarda, şairler münacatlar söylemiştir. Bu münacatlar, çoğu zaman ilahî olarak söylemeye müsait vezinlerle yazılmıştır.
Divan edebiyatında münacatlar genelde kaside şeklindedir. Fakat rubâî, gazel, mesnevî, kıta, tercî-i bend ve terkîb-i bend nazım şekillerinde yazılmış olan münacatlar da vardır. Münacat türüne pek çok misal verebiliriz. Lâkin Süleyman Çelebi’nin meşhur Mevlid-i Şerif’i, asırlardır dillere dolanan pek latif bir münacat ile başlar:
Allah adın zikredelim evvelâ
Vâcib oldur cümle işte her kula
Allah adın her kim ol evvel ana
Her işi âsân ede Allah ona
Allah adı olsa her işin önü
Hergiz ebter olmaya anun sonu
Her nefeste Allah adın de müdâm
Allah adıyla olur her iş tamam
Bir kez Allah dese aşk ile lisân
Dökülür cümle günah misl-i hazân
Birinci Dünya Savaşı, insanlık tarihinin gördüğü en kanlı savaşlardan birisiydi. Osmanlı Devleti’ni parçalama savaşı da…
Panoramik gösterimin mucidi ve patent sahibi Robert Barker ile küçüklüğünden beri panorama resimleri yapan oğlu…
Bundan 32 yıl önce, Sinop’un balıkçı kasabası Gerze’yi, sevimli bir misafir ziyaret etmişti. Kendini çok…
Türk kahvesi, sadece lezzetli bir içecek olmanın ötesinde, 500 yıl aşkın bir geçmişe sahip, köklü…
Salih kimselerin sohbetinde bulunmanın ve onlarla hemhâl olmanın, gönüllere ferahlık ve huzur verdiği, defaatle söylenmiştir.…
Osmanlı Devleti'nin bu kıymetli okulu Enderun'u infografik formatında sizlerle!
View Comments
Allah razı olsun. Allah'ım nice bayramlara ulaşmak nasip etsin inşallah