İçindekiler
Sağlıklı sofraların vazgeçilmezi yoğurda Fransız olan Fransa halkına yoğurdu tanıtan kişi Osmanlı tebaasındandı. İstanbul’dan Paris’e hukuk doktorası için giden Samatyalı Aram Dökmeciyan’ın geçimini temin için teşebbüs ettiği yoğurt imalatı ve markalaştırdığı Aram Yoğurtları’nın, Danone olmasıyla neticelenen hazin hikâyesi…
Yoğurt, “derde deva, batna cila ve tertemiz bir gıda” olarak bilinir. Halis sütten imal edilmişlerinden bahsediyoruz elbette, laboratuvarlarda kimyasal zincirine takla attırılarak üretilen hormonlu peltelerden bahsetmiyoruz!
Yoğurdu pek çok millet, eskiden beri severek tüketmiş. Türkçe bir kelime olan yoğurt, diğer dillere de aynen geçmiştir. Bunu pek çoğumuz biliriz. Ancak… Yoğurdun, Osmanlı tebaasından bir Ermeni tarafından Fransızlara “zorla” sevdirildiğini, sonra bunun geri dönerek Türklere “zorla” sevdirilmeye çalışıldığını pek kimse bilmez.
Gerek Avrupa’da ve gerekse dünyanın diğer yerlerinde yoğurdun tanınmasının, çok bir geçmişi yoktur. Türklerin tepelerinde hükümet kurduğu, emirler buyurduğu toplumların, onlardan öğrendikleri faydalı şeylerin arasında, her türlü hastalığa karşı yoğurt kullanmak da vardır. Zaten bütün Batı dillerinde bu besinin adı, Türkçe yoğurt kelimesinden bozmadır. İngilizce; yoghurt, Almanca; joghurt, Fransızca; yaourt, İspanyolca; yogur, Bulgarca; yogirt, İrlandaca; iógart, Portekizce; iogurte, Romence; iaurt, Yunanca; giaoúrti bunlardan bazılarıdır.
Gelelim Frenk milletine yoğurdu tanıtan şahsa… Bu kişi, Osmanlı tebaasından 18 Eylül 1866 doğumlu Ermeni Aram Dökmeciyan’dır. Ailesi, Kayseri’de ikamet ederken Sultan Abdülmecid zamanında payitahta göçerek “Canımın İstanbul Köşeleri”nden Etyemez semtine yerleşir. Samatya ve Yedikule civarında besledikleri ineklerle sütçülük ve yoğurtçuluk yaparlar.
O yıllarda Kanlıca ve Silivri yoğurtları çok meşhurdu. Samatya gibi İstanbul’un farklı köşelerinde bulunan yoğurt imalathaneleri ise ancak geçimlerini sağlayacak kadar para kazanabiliyorlardı. İnsanlar özellikle yoğurt yiyebilmek için şehrin en uzak noktalarından Kanlıca’ya geliyorlardı. Bu işin üstadı olan Kanlıcalılar, Galata frenklerine, pudra şekeri serperek yoğurt yedirmeyi bile öğretmişlerdi.
Aile, bu atmosferde rızıklarını kazanmaktayken ailenin en büyük oğlu Mihran Efendi, Galata Yüksekkaldırım’da matbaa harfleri dökümcülüğüne başlar. Bu işten büyük paralar kazandığı için soyadlarını bile Dökmeciyan olarak değiştirirler.
Mihran Efendi, mesleği sayesinde İstanbul’un matbuat çevreleriyle iyi bir münasebet kurar. Küçük oğlu Aram’ı, Türk hükümetinin bursuyla Venedik’e eğitime gönderir. Yüzyıl başlarında eğitimini bitiren Aram, diğer kardeşi Artin (Edouard) ile birlikte Paris’e gider. Sorbonne Üniversitesi’nde hukuk doktorasına başlar. Ne var ki babasının ölümü üzerine Türkiye’den gelen harçlıklar kesilir. Kardeşi ile birlikte büyük bir geçim sıkıntısı yaşar. Aram’ın aklına ilk gelen, birkaç inek sahibi olup, bunların sütünü ve sütten elde ettikleri yoğurdu satmaktır.
Ancak kardeşi bunu mantıksız bulur. Haksız da değildir. Zira o günün şartlarında Frenk milletine yoğurt yedirmek, deveyle birdirbir oynamaktan daha zordur. Ancak Aram, kafasına koyduğu işi yapar ve imal ettiği yoğurtları bir köşebaşında sergiler. Gelip geçene de yoğurdun faydalarına dair hayli nutuk çeker. Ancak Fransızlar, ilk defa gördükleri bu beyaz nesneye bakıp geçerler. Aslında Fransa, yoğurtla ilk defa tanışmıyordur. Frenk tarihçilerinin yazdığına göre 1542’de bağırsak enfeksiyonundan kıvranan Fransa kralı I. Françesko’nun hastalığı uzun sürünce sinirleri altüst olur. Onu taht sahibi yapan Kanuni Sultan Süleyman, bir Türk doktor gönderir. Doktor, koyun sütünden elde ettiği “esrarengiz” bir ürün vesilesiyle kralı birkaç hafta içinde ayağa kaldırır.
İşi biten doktor, İstanbul’a geri döner. Fransızlar, yoğurt mayalamayı beceremezler. Birkaç hafta sonra Türk doktorun geride bıraktığı koyun, Paris’in ayazında ölünce, yoğurt yapmaktan vazgeçerler. Yaşananlar, zaman içinde unutulur gider.
Aram, elimde kalmasın diye satamadıklarını, çevresindeki Fransızlara hediye eder. Korka korka ilk defa yoğurt tadan bu insanlar, halktan insanlardır. Üstelik sağlığa zararı olabilir diye de bir dedikodu çıktığından bir daha hediye edecek insan bulamaz.
Aram, hemen pes etmez; doğruca Paris’in ünlü Pasteur Enstitüsü ikinci başkanı ve Nobel ödülü sahibi Prof. Elie Meçnikof’a başvurur. Rus asıllı bu ünlü profesör, o dönem Frenk illerinde ağzına bakılan büyük adam olarak meşhur olmuştur ki, onun sözü tıp için olduğu kadar, insanlar için de bir senettir. Aram, itinayla hazırladığı birkaç kâse yoğurdu, Meçnikof’a ikram eder. Meçnikof’un ilgisini çekmeyi başarır. Ünlü profesör, günlerce laboratuvarda yoğurdu inceler.
Bu sırada Aram, her gün Meçnikof’a birkaç kâse yoğurt göndermeyi de ihmal etmez. Amacı, Meçnikof’tan iki satır da olsa olumlu bir yazı alabilmektir. İsteğine fazlasıyla sahip oluverir.
Meçnikof şu mealde bir rapor gönderir: “Aram’ın yaptığı yoğurdu yedim. Aynı zamanda tahlil de ettim. Sağlığa zararı olmadığı gibi vücut için faydalı ve dinçlik veren özellikleri bulunduğu kanaatindeyim.” Aram, sevinçten deliye döner. İnek ve çalışacak eleman sayısını artırır ve kâselerin üzerine Meçnikof’un raporunu âdeta marka gibi yapıştırır. Eh, faydasını da görür. Daha önce ağız burun kıvıran Fransızlar “vardır bir hikmeti” diye kapışırlar. “Aram Yoğurtları” her Fransızın sofrasında daima bulunan bir gıda maddesi olarak yerini alır. Âdeta bir moda salgını başlamıştır. Aram, talepleri karşılayamadığından fabrikasyon üretime geçer. Gün gelir 5 bin işçiyle bile siparişlere yetişemez olur.
Aram, milyonlar, milyarlar kazanır bu işten ancak Fransız vatandaşı olduğu için askere alınan oğlu İkinci Dünya Savaşı’nda ölür. Evlat acısı, onu fena vurmuştur. Çalışmaktan ve kazanmaktan keyif alamaz hâle gelir.
İmalathanelerini “Danon” isimli bir firmaya satarak Nice şehri civarında sakin bir köşeye çekilir. 1962 yılında 78 yaşında iken ölür.
Önce Aram olan markasını Danon olarak değiştirirler. Danon, firma sahibinin küçük oğlu Daniel’in Katalanca’daki kısaltmasıdır. Fakat bu isimle yapılan satışlar hızla düşer. Herkes, “Aram Yoğurtları” etiketli ürünleri aramaktadır. Şirketin aklı başına gelir ve markayı tekrar Aram olarak değiştirirler. Bu arada milyarlar harcayarak reklamlarda olayı anlatmak zorunda kalırlar. Günümüz Türkiye’sinde Fransız yoğurdu diye satılan ekşili tatlılı Danone yoğurtlarının geçmişi böyle…
İş bu Danone firmasının ne olduğunu öğrenebilmek için resmî internet sitelerine girdiğinizde şöyle bir girizgâhla karşılaşırsınız: “In 1919, Isaac Carasso was struck by the sight of so many children in Barcelona suffering from intestinal disorders.”
Her şirketin bir hikâyesi vardır. İyi prim yaptığından hepsi de damardan bir hikâye anlatır. Mesela sırf “insanlık uğruna” kuruldukları hikâyesini çok kullanırlar. Bunlarınki de aynı o hesap… Hikâye şöyle:
“1919 yılında Barcelona’da birçok çocuğun bağırsak rahatsızlığı çektiğini görerek üzülen Isaac Carasso, o sıralarda Nobel Ödüllü Meçnikof’un yoğurt laktik asit bakterileri ile ilgili araştırmalarıyla ilgileniyormuş. Bu durum üzerine, Pasteur Enstitüsü’nden biraz laktik kültür satın alarak ilk Danone yoğurtlarını üretmeye başlamış ve eczanelerde satışa sunmuş.
Bu iş, oğlu Daniel Carasso tarafından 1929 yılında Paris’e taşınmış. Parisenne Company of the Yoghourt Danone isimli firma adı altında üretilen yoğurtlar, doktorlar tarafından tavsiye edilir olmuş. 70 yıl sonra da hâlâ tüketicilerine sağlık sunmaya devam ediyormuş.” İyi de neden hikâyenin 1919’dan öncesi yok?..
Batı insanının yoğurtla tanışmasını sağlayan Aram Efendi’nin hikâyesi, bir başka kaynakta zikredilse de biraz gariptir. “Yoğurdun ülkemizdeki ilk keşfi, 1904 yılında Aram Dökmeciyan tarafından yapılmıştır.” der ama gerisini getirmez. Yani Aram Efendi’nin kim olduğuna, nereden geldiğine dair en ufak bir detay bile vermez. Fakat Aram’dan sonra yoğurt işine giren Isaac Carasso’yu, kökenine kadar yazar ve der ki; “Stemming from a Sephardic family of Salonique…” Yani, Selanik kökenli bir Yahudi ailesine mensuptur.
Eksik yazmışlar, biz tamamlayalım… İş bu Isaac Carasso, Abdülhamid Han’a tahttan indirildiğini söyleyen heyette yer alan Emanuel Karasu’nun yeğenidir. Daha da geriye gidecek olursak, İspanya’da engizisyon şirretinden kurtarılan Sefarad Yahudilerinin torunudur. Emanuel, donanma göndererek atalarını kurtaran ve Selanik’e yerleştiren Osmanlı’ya vefa(!) borcunu bu şekilde ödemiştir. Biz yine dönelim yoğurt meselesine… Danone yoğurtları tanıtılırken yoğurdun Asya kökenli olduğunu belirtip Fransa’ya nasıl girdiğinden bahsetmiyorlar. Kafkaslardan, Kırgızistan’dan, Tatar’dan, Moğol’dan bahsedip de yoğurdu “oturak diyarı”na bir Osmanlı vatandaşının tanıttığından neden bahsetmezler? Samatyalı Aram’ın Paris’teki onca gayreti neden görmezden gelinir? Üstelik tekmil Batı dünyası, yoğurdu bu şekilde tanımışken… Türkçe yoğurda “Le Yaourt” veya “yoghourt” diyeceksin ama mazisini gizleyeceksin. Bari bu harika besinin ismini değiştirseydiniz be mösyö…
Birinci Dünya Savaşı, insanlık tarihinin gördüğü en kanlı savaşlardan birisiydi. Osmanlı Devleti’ni parçalama savaşı da…
Panoramik gösterimin mucidi ve patent sahibi Robert Barker ile küçüklüğünden beri panorama resimleri yapan oğlu…
Bundan 32 yıl önce, Sinop’un balıkçı kasabası Gerze’yi, sevimli bir misafir ziyaret etmişti. Kendini çok…
Türk kahvesi, sadece lezzetli bir içecek olmanın ötesinde, 500 yıl aşkın bir geçmişe sahip, köklü…
Salih kimselerin sohbetinde bulunmanın ve onlarla hemhâl olmanın, gönüllere ferahlık ve huzur verdiği, defaatle söylenmiştir.…
Osmanlı Devleti'nin bu kıymetli okulu Enderun'u infografik formatında sizlerle!
View Comments
Selamün Aleyküm Ahmet Bey ; Ekim 2019 sayınızda ki yoğurtla ilgili makalenizi okudum ve gerçekten de çok etkilendim. Bu tür bilgilerimizin; maalesef ki okumakta ısrarla geri duran gençlerimize aktarılması konusunda da Yedikıta ve Çamlıca Basımın ivedilikle bir hamle yapmasını umut ediyorum.
Rabbim yolunuzu açık etsin :)
Gerçekten faydalı bilgiler yolunuz açık olsun ????????