Ortaçağ Avrupası yüzyıllardır pek çok badire atlattı. Savaşlar, kıtlıklar, afetler… Hiçbirinin sosyal düzeni, feodaliteyi ve kilisenin otoritesini yıkmaya gücü yetmedi. Biri hariç: Pire! Fareleri konak olarak kullanan pirelerin sebep olduğu ölümcül kara veba, Avrupa tarihini kökten etkileyecek pek çok değişimin fitilini ateşledi. 25 ila 50 milyon insanın canına mal olan büyük salgın, ardında gözyaşı, öfke ve değişim bıraktı…
İnsanlık tarihi, pek çok trajediye sahne oldu. Ancak pek azı, 14. yüzyılda yaşanan veba salgını kadar tesir bıraktı. Özellikle Avrupa’da… İklim, daha yüzyılın başında, yılların Avrupa için zor geçeceğinin sinyalini vermişti. Tarihte “küçük buzul çağı” olarak da bilinen soğuk hava dalgası ürünleri birbiri ardına kırdı. Vebanın ortaya çıktığı 1348 yılına gelindiğinde, açlık ve sefalet bütün kıtaya çoktan hâkim olmuştu.
Veba Avrupa’ya Ulaşıyor
İlk defa Çin’de başlayan veba salgını, ticaret kervanları ve bölgeye hâkim olan Moğol orduları vasıtasıyla hızla yayılıyordu. Kıpçak bozkırlarında (günümüzde Rusya toprakları içerisindedir) at koşturan Moğollar, gözünü Kırım’daki Kefe şehrine dikmişti. O tarihlerde önemli bir ticaret merkezi olan Kefe, Ceneviz kolonisiydi ve Avrupalı tüccarların uğrak noktasıydı. Altın Orda hükümdarı Canibeg Han, 1346’da Kefe’yi kuşattı ancak beraberinde veba mikrobunu da getirmişti. Kuşatma esnasında ordusunun yarısını vebadan kaybetti. O da savunmayı kırmak için tarihteki ilk biyolojik silahı kullandı: Vebadan ölen askerleri mancınıklarla şehre fırlattı.
Çok kolay bir şekilde bulaşan hastalık, Kefe’de de baş gösterdi. Şehirden kaçan on iki Ceneviz gemisi, yükleriyle birlikte Avrupa’ya doğru yelken açtı. 1347 Ekim’inde, felaketi de taşıdıklarından habersiz, Sicilya’nın Messina Limanı’na demirlediler.
Veba mikrobunun ana giriş kapıları, Avrupa’nın liman şehirleriydi. Gemilerin ahşap olması nedeniyle veba mikrobu buralarda barınacak ve üreyecek uygun ortamı buluyordu. Gemilerdeki mikrop, her limanı ziyaret ediyor, ticarî mal hareketleri ile Avrupa’nın içlerine doğru yayılıyordu. Veba sadece iki yılda İtalya’dan Fransa’ya, oradan İngiltere, İskandinavya, Almanya, Avusturya, İspanya, Baltıklar, Macaristan ve Rusya’ya kadar bütün Avrupa’ya yayıldı.
Avrupa’nın Büyük Kaybı
Hastalığa “yersinia pestis” isimli bir bakteri sebep oldu. Enfekte olmuş bir kemirgenden diğerine, taşıdıkları pireler vasıtasıyla geçiyordu. Ancak mikrobu insana bulaştıran, kara farelerdi. Avrupa’nın ahşap, toprak zeminli, saman dolgulu evlerinde bu farelerden fazlaca bulunuyordu. Bu hayvanların taşıdıkları hastalıklı pireler, ev sahiplerine geçiyordu. Yani pireler taşıyıcı olmuştu. Pirenin ısırığı bakteriyi insanın lenf sistemine gönderiyor, kasıklarda, bacaklarda ve koltuk altlarında “hıyarcık” denilen kan ve iltihapla dolu, siyah, ağrılı şişlikler oluşturuyordu. En geç üç gün içerisinde hasta hayatını kaybediyordu. Bu koyu renkli şişlikler sebebiyle hastalığa “kara ölüm” ya da “kara veba” denilmişti.
Salgın karşısında çaresizlik diz boyudur. Hastalığın uğradığı yerlerde hayatın olağan akışı kısa sürede altüst olur. Zaten az olan ürünler hasat edilemez, çiftlik hayvanları bakımsız kalır. Kuzgun ve akbaba sürüleri gökyüzünü siyaha boyar. Kurtlar, Paris’in içlerine kadar girip daha gömülmemiş ölüler için köpek ve kedilerle boğuşurlar. Kıta nüfusu, büyük oranda azalır. Her üç kişiden biri, hayatını kaybeder. Fransa, nüfusunun yarısını; İngiltere, üçte birini kaybeder. 1348-1350 yılları arasında İtalya nüfusunun % 60’ı ölür. Paris’te 50 bin, Londra’da 100 bin, Floransa’da 80 bin kişi hayatını kaybeder. Marsilya’da, bir ayda 56 bin insan ölür. Ekim ve hasat yapılamadığı için meydana gelen kıtlık sebebiyle ölü sayısı daha da artar. Ve Avrupa, 13. yüzyıldaki nüfusuna ancak 16. yüzyılda ulaşabilir.
Pireler, Köylüleri Kurtarıyor
Veba sonrası topraklarda, değirmenlerde ve zanaat işlerinde çalışanların sayıları o kadar düşmüştü ki toprak sahipleri, çalıştıracak eleman bulamıyordu. O güne kadar en kötü şartlarda hizmet eden köylüler, efendilerinin bu durumunun farkına vardıklarında hem fiyatları hem de çalışma şartlarını kendi lehlerine çevirdiler. İş gücü, feodalite/derebeylik bağımlılığından kurtularak pazarlık yapabilecek bir konuma yükseldi. Veba sonucu Brandenburg’da hayatta kalan işçilerin maaşları öylesine yüksekti ki haftada iki gün çalışarak geçinebiliyorlardı. Bazı Hollanda kasabalarında ise tekstil işçilerinin sayısı o kadar azdı ki kendi çalışma saatlerini kendileri belirliyorlardı.
Köylüler, özgürlüğün tadını almıştı; fazlasını istiyorlardı. Lordların ve kraliyetin vergi memurlarının yeni talepleri, kıtlık, veba ve savaşla birleştiğinde zaten acınacak durumda olan hayatı katlanılmaz hâle getiriyordu.
Geçmiş baskıların doğurduğu nefret, 14. ve 15. yüzyılda köylü isyanlarına yol açtı. Özellikle 1358’de Fransa’da 30 binden fazla insanın ölümüne yol açan isyanla, 1381’de köylülerin kısa bir süre Londra’yı ele geçirdiği isyan unutulmayacak olaylardır. İngiltere kralı II. Richard, isteyen herkese özgürlük sözü vermek zorunda kalmıştı. Vebanın geride bıraktığı sosyal ortam, feodalizmin alaşağı edilmesinin yolunu açmıştı.
Vebadan, Avrupa orduları da etkilenmişti. Kara veba, Yüzyıl Savaşları’nı tekrar gündeme getirmiş, hem İngiltere hem de Fransa, üç kez barış antlaşmasını yenilemek zorunda kalmıştı.
Kilisenin Gerçek Yüzü
Ortaçağ Avrupası’nda kilise, dokunulamaz tek otoriteydi. Katolik kilisesi ve Papa karşısında durabilecek bir güç yoktu. Ta ki veba gelene kadar… Kilisenin, veba salgınını önleme konusundaki acziyeti, insanların zihnindeki “Kilise, her zor anımızda bizi kurtarır.” fikrini yerle bir etmişti. Zaten haçlı seferlerinden sabıkalı olan kilise, önemli bir itibar kaybına uğramıştı. Papazlar, ölüleri gömmeyi ve günah çıkarmayı reddettiler. Vebadan kaçıp kiliselerini terk ettiler ve çıkarlarının peşine düştüler. Ölen ya da kaçan din adamlarının yerini alanlar, Hıristiyanlara göre, ne güvenilir ne de kutsaldı.
Yozlaşma ve insanların hayal kırıklığı, ileride ortaya çıkacak Protestanlığın temel taşlarını oluşturdu. Bilgiyi üreten, denetleyen ve tekelleştiren kiliseye mensup çok sayıda din adamının ölümü, Latincenin Avrupa’daki hâkimiyetine de son verdi. Bu dili konuşan din adamlarının azalması karşısında kilise, kadrolarını yerel dillerle konuşup yazabilenlerle doldurmak zorunda kaldı. Mahkemelerde, kiliselerde ve üniversitelerde yerel diller hâkim oldu. Küçük bir kitlenin tekelinde olan eğitim, sıradan insanlara da ulaştı.
Hekimler de Çaresiz
İtibar kaybına uğrayan, sadece kilise değildi. Hekimler de insanların güvenini kaybetti. Dürüst bir hekimin önerebileceği tek reçete “fugo cito, vade longe, rede tarde” yani “çabuk kaç, uzağa git, hemen dönme” olacaktı. Hekimler hastalık kapma korkusuyla, ucuna baharat ve çiçekler koydukları tuhaf sivri gagalı maskeler takıyorlar ve vebaya kötü havanın sebep olduğuna inanıyorlardı. Bazı hekimler ise hastalarına, bir işe yaramayan uzun dualar, baharatlar ve kan akıtma şeklinde veba reçeteleri dağıttılar. Hastaları tedavi ederken hayatlarını da kaybettiler.
Tedbirler arasında belki de en mantıklısı, en çok ve ilk zararı gören ülkede, İtalya’da uygulanmıştı. Bu tedbir, hastalık bulaşan kişileri bir yere kapatarak diğerlerinin de hastalanmasını önlemek yani karantinaya almaktı. Floransalılar, bunu keşfetmiş ve yayılımını azaltmayı az da olsa başarmışlardı.
Hastalığın engellenmesi maksadıyla kısıtlanan, zaman zaman yasaklanan insan ve mal hareketleri sonucunda ticaret bütünüyle durma noktasına gelince, Avrupalı tüccarlar, dünyanın başka yerlerinde yeni müşteriler aramaya yöneldiler. Yeni pazarlar ve tüketiciler peşindeki bu ekonomik arayış, emperyalizmin kilometre taşlarından olacaktır. ıı
Kaynaklar: Kemal Özden-Mustafa Özmat, “Salgın ve Kent: 1347 Veba Salgınının Avrupa’da Sosyal, Politik ve Ekonomik Sonuçları”, İdeal Kent Dergisi, S.12, s.60-87, Nisan 2014; Özlem Genç, “Kara Ölüm: 1348 Veba Salgını ve Ortaçağ Avrupa’sına Etkileri”, Tarih Okulu Dergisi, S.10, Mayıs-Ağustos 2011; Tolgahan Karaimamoğlu, “Kara Ölüm Veba Salgını ve Ortaçağ İngiltere’sine Etkileri”, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, S.37, Aralık 2016.
View Comments
Bugünlerde izdüşümünü gördüğümüz çarpıcı bir yazı olmuş. Salgınlar tarihte sistem değişimine neden olduğuna göre yeni sisteme geçişin ayak seslerini duyduğumuz söylenebilir, tarihin tekerrürüne tanıklık ediyoruz sanırım.