Selçuklu’dan Osmanlı’ya Asırlık Gelenek Tuğrul Bey’in Sarığı

Selçuklu Devleti’nin ilk hükümdarı Tuğrul Bey, yalnızca askerî zaferleriyle değil, dönemin giyim kuşamına yön veren tarzıyla da tarih sahnesindeki yerini aldı. O, başındaki sarığı, sırtındaki kaftanı ve ayağındaki çizmesiyle, Selçukluların giyim kültürünü hem İslâm coğrafyasına hem de tarihe taşıdı. Selçuklu hükümdarı ile başlayan sarık geleneği, Selçuklu’dan Osmanlı’ya kadar Türk-İslâm devletlerinde yüzyıllar boyunca farklı coğrafyalarda, sadeliğin, gücün ve zarafetin sembolü olarak kullanıldı…

Selçukluların İslâm dünyasında hâkimiyet kurması, Türklerin kıyafet ve giyinme biçimlerinin, İslâm kaynaklarının tasvirlerine yansımasına imkân sağlamıştır. Bu kıyafet tarzı, yazılı kaynaklarda detaylı şekilde tarif edilirken, arkeolojik buluntular, duvar freskleri, çiniler ve minyatürlerdeki görsellerle desteklenmiştir. Böylelikle zaman içinde tarihe damga vuran bir Türk kıyafet tipi ortaya çıkmıştır. Bu tipolojinin temel unsurları; başta börk ve sarık, vücudu saran kaftan ve gömlek, altta şalvar veya don, ayakta çizme ve çarık, ayrıca dolak ve çorap gibi unsurlardan oluşmaktadır.

Tuğrul Bey’in Sarığı

Selçukluların kıyafet tipolojisinin temeli, devletin kuruluş aşamasında atılmış görünüyor. Bu tipolojinin ilk örneğini de Büyük Selçuklu Devleti’nin kurucusu olan Tuğrul Bey’in giyimi oluşturmuştur. O, devletin kuruluş arefesinde 1038 yılında gerçekleşen Serahs Savaşı’nda, Gaznelileri mağlup etmiş; ardından Horasan’ın en önemli şehri Nişabur’a geçici olarak hâkim olmayı başarmıştı. Tuğrul Bey, Nişabur’da Gazne sultanının tahtına çıkmış, kendi adına da hutbe okutmuştu. Tuğrul Bey’in Nişabur’a girişi, o sırada Gazne Devleti’nin bir memuru olan tarihçi Beyhakî tarafından aktarılmıştır.

Beyhakî, Tuğrul Bey’in Nişabur’a girmeden önce kardeşi İbrahim Yinal aracılığıyla şehir halkına can ve mal güvenliği teminatı veren bir mektup gönderdiğini aktarır. Ardından, Tuğrul Bey’in şehre girişini şöyle tasvir eder:

“Üç gün sonra Tuğrul şehre ulaştı. Kadı Said dışında şehrin ileri gelenlerinin tamamı onu karşılamaya çıktı. Yanında, çoğu zırhlı olmak üzere üç bin süvari vardı. Kendisi yayını kurmuş, koluna asmıştı ve üzerine üç ok yerleştirmişti; baştan ayağa silahlıydı. Sırtında dokuma bir kaftan (kabâ-i mülhem), başında ince bir kumaştan yapılmış sarık (isâbe-i tûzî), ayağında keçeden yapılmış çizme (mûze-i nemedîn) vardı. Bu şekilde Şâdyâh Bağı’na indi.”

Yazının tamamını Yedikıta Dergisi 198. sayısından (Şubat 2025) okuyabilirsiniz.

Prof. Dr. Halil İbrahim Gökbörü

Recent Posts

Horasan’ın İncisi Merv

Düzlüklerinde savrulan her bir toz zerreciği dahi buram buram tarih kokar Merv’in. Sanki akıp giden…

3 gün ago

Timur Beg’in Mimarî Mirası

Timurlu mimarîsi, pek çok farklı coğrafyadan taşıdığı izlerle Orta Asya’daki İslâm sanatının zirvesidir. Sonraki devirler…

3 gün ago

Yavuz Sultan Selim Han’ın Âlim Dostu Molla Halîmî Çelebi

Osmanlı ilim ve irfan geleneğinin parlak simalarından Halîmî Çelebi, ilmiyle âmil, ahlâkıyla mümtaz bir âlimdir.

3 gün ago

Selçuklu Medeniyetinin Bilgi Hazineleri Kütüphaneler

Selçuklu sultanları ve devlet adamları, kitaplara duydukları hürmeti, ülkenin dört bir yanında inşa ettikleri kütüphanelerle…

3 gün ago

Batılı Seyyahların Gözüyle Osmanlı Kadını

“Türk insanı şefkatlidir, ailesine düşkündür. Evlilik ve aile bağlarına genel olarak Avrupalılardan daha çok saygı…

3 gün ago

Tuna Kıyısında Bir Tarih Ingolstadt

Orta Çağ’dan kalma şatoları, dev araç fabrikası ve Bavyera Ordu Müzesi’nde sergilenen Osmanlı çadırıyla Ingolstadt,…

3 gün ago