Categories: Selçuklu Tarihi

Selçuklu Kaftanları

Orta Asya’dan Selçuklu saraylarına uzanan kaftan, Türk giyim kültürünün ihtişam ve estetik anlayışını yansıtır. Her dönemde zengin kumaşları ve zarif tasarımıyla statünün göstergesi olmuştur…

Kaftan, tarih boyunca farklı coğrafyalarda ve kültürlerde iz bırakan, zarafetiyle göz kamaştıran bir giysi olarak karşımıza çıkar. Edebî tasvirlerden çini ve minyatür sanatına, etnografik incelemelerden günümüze ulaşan örneklere kadar, zengin kültürel mirasın sembolü olmuştur. Genel hatlarıyla kaftan; tüm vücudu saran, topuklara kadar inen, bol kesimiyle dikkat çeken, uzun veya kısa kollu bir üst kıyafettir. Genellikle kuşak veya düğme ile kapanan bu zarif giysi hem estetik hem de kullanışlı özellikleriyle farklı dönemlerin modasına yön vermiştir.

Orta Asya’dan Doğan Bir Zarafet

Kaftanın kökenleri, Orta Asya’daki eski Türk kültürüne kadar uzanır. Pazırık ve Katanda kurganlarında yapılan kazılarda, kaftanı andıran elbiselerin izlerine rastlanmıştır. Altay kültür çevresine ait buluntular arasında, Göktürk dönemine ait figürlerin kaftan giydiği tasvirler yer alır. Bu figürler, hem giysinin tarihî kimliğine hem de dönemin giyim tarzına dair önemli ipuçları sunmaktadır. Ayrıca Çin kaynaklarında Göktürk kaftanlarının sol yana iliklendiği bilgisi, bu giysinin tasarımına dair başka bir detay olarak karşımıza çıkar. Kaftan, sadece bir giysi olmanın ötesinde, tarihî ve kültürel kimlik göstergesidir. Farklı desen, kumaş ve kesimlerle her dönemde estetik anlayışının bir yansıması olmuş, statü ve zenginliğin sembolü olarak da anlam kazanmıştı.

Kaftan, Arapça kaynaklarda “kabâ” olarak geçse de “cübbe”, “fereciye” ve “hil‘at” gibi tabirlerle benzer anlamlarda kullanılmıştır. Genellikle önü açık tasarlanan kaftanlar, bir onur nişanesi veya yüksek rütbe alameti olarak hediye edilirdi. Özellikle taht değişikliklerinde, halifelerin sultanlara ya da metbû hükümdarların tâbi hükümdarlara hediye ettiği hil‘atlar, bu türden bir kaftandı. Teşrifat giysisi olarak adlandırılan hil‘at, siyasî hayatın vazgeçilmez bir parçasıydı ve sembolik bir anlam taşırdı.

Yazının tamamını Yedikıta Dergisi 200. sayısından (Nisan 2025) okuyabilirsiniz.

Prof. Dr. Halil İbrahim Gökbörü

Recent Posts

Reval Görüşmeleri (1908)

Haziran 1908’de Baltık Denizi kıyısındaki Reval şehrinde, İngiltere’nin kral ve kraliçesi ile Rusya’nın çar ve…

4 hafta ago

Cüzzamlılar

Avrupa’da yaygın olan cüzzam hastalığı, haçlıların Kudüs’ü işgaliyle başka coğrafyalarda da görülmeye başlamıştı. Bu hastalığı…

4 hafta ago

Betona Gömülen Hatıralar

Toprak, bir milletin hafızasıdır. O hafızanın en derin satırlarını ise mezar taşları yazar. Her biri…

4 hafta ago

Sakarya Nehri’nin Doğduğu Topraklarda Bir Osmanlı Mirası Mahmudiye ve Çifteler

Eskişehir’in doğusunda, Sakarya Nehri’nin sessiz pınarlarından hayat bulan verimli bozkırlarda, iki kardeş ilçe yükselir: Çifteler…

4 hafta ago

Fatih Sultan Mehmed Han’ın Sırtını Yasladığı Âlim Fenârîzâde Ali Çelebi

Sultanların saltanatına değer katan seçkin âlimlerden biri de, Sultan Fatih’in en büyük destekçilerinden Fenârîzâde Ali…

4 hafta ago

Timur Han’ın Hindistan Seferi

Ordusu, müneccimlerin vereceği haberi beklerken o, okuduğu âyet-i kerîmelerle askerlerine en büyük dayanağı sağlamıştı…

4 hafta ago