Muazzam Miras Eşrefoğlu Camii

Eşrefoğlu Camii’ne dair zihnimizdeki ilk hatıralar, vaktiyle göl kenarında bulunan ve bizim de sıkça kullandığımız Beyşehir otogarının hemen arkasındaki o ihtişamlı görüntüdür… Anadolu’da; taş duvarlı, ahşap direkli, düz (toprak) damlı ulu camilerin en büyük ve en orijinal numunesi olduğunu henüz bilmediğimiz yıllara ait bir akis… Göle nazır bu muazzam eser, zamandan bağımsız her daim kendine hayran bırakıyor insanı. Üstelik her seferinde ilk görüşteki heyecanı yaşatan caminin iç mekânı çok daha etkileyici. Şimdi yine aynı heyecanla, Eşrefoğlu Camii’ne gitmek üzere yollardayız…

Eşrefoğlu Beyliği, 1400 yıllık İslâm tarihinin 40 yılında, küçük bir coğrafyada hüküm sürmüş. Buna rağmen Eşrefoğlu Camii, bu küçük beyliğin sahip olduğu büyük mefkûreyi 7 asır sonra bile bizlere anlatıyor, yine anlatacak.

“Yerinde Tarih”in yeri bir başkadır diyerek çıktığımız yolculukta, güzergâhımızda yer alan Bolvadin, Çay, Akşehir, Şarkikaraağaç ilçeleri de Eşrefoğulları topraklarıymış bir zamanlar. Buralarda da o devre ait eserler olduğu biliniyor.

Şarkikaraağaçtan sonra Kıreline yaklaştıkça göl havası kendini hissettiriyor. Biraz sonra sağ tarafımızda, birkaç kilometre içeride Beyşehir Gölü tepelerin ardından bir görünüp bir kayboluyor. Sol tarafa ayrılan yolun başındaki tabela ise Hititler devrine ait Eflatun Pınar’ı gösteriyor.

Türkiye’nin en büyük üçüncü gölünün kıyısındaki beldenin mazisi, M.Ö. 7 binlere kadar gitse de Beyşehir, ismini kurucusundan almış. El-Medinetü’s-Süleymaniyye, el-Eşrefiyye ve Süleymanşehir de vesikalarda karşılaşılan isimlerden.

Ertuğrul Gazi’nin vefat edip yerini oğlu Osman Gazi’nin aldığı ve bir alp olarak Söğüt taraflarında gaza faaliyetine başladığı yıllarda, 1280’lerde, Eşrefoğlu Süleyman Bey de Gökçimen’de beyliğini kurmuş, daha sonra beylik merkezini Beyşehir’e taşımış. Aslında burada, Sultan Alâeddin Keykubad devrinde, harabeler üzerine kurulmuş bir şehir varmış. Fakat Eşrefoğlu Beyliği’nin merkezi olunca, tam manasıyla bir “bey şehri” havasına bürünmüş.

Asırlık İhtişamın Huzurundayız

Sizlerle bu bilgileri paylaşırken, Süleyman Bey’in muazzam mirasına ulaşmış olduk. Biraz ileriye park ettiğimiz aracımızdan inince soluğu, az önce önünden geçerken bizi kendine tekrar hayran bırakan, sanat şaheseri taç kapıda alıyoruz. Şöyle biraz geriden seyrediyoruz ki estetik ve zarafetini kâmilen müşahede edebilelim… Sivas’taki Gök Medrese ve Çifte Minareli Medresenin taç kapılarını hatırlıyoruz bu esnada; her üçü de birbirine benziyor ve Selçuklu taş işçiliği geleneğinin müstesna birer parçası.

Ebadının ve sanatının büyüklüğü ile taç kapı, beyin ve devletin konumunu, vizyonunu göstermesi cihetinden de çok önemli bir unsur. Halkla sultanın âdeta göz göze geldiği, derin manalar ihtiva eden âbidevî taç kapıya sahip bütün tarihî eserler için bu durum geçerli.

Kapak yazısının tamamını Yedikıta Dergisi 171. sayısından (Kasım 2022) okuyabilirsiniz.

Arif Ziya Ardıç

Recent Posts

Ölüm Yürüyüşünden Zaferle Dönenler Kore’de Türk Esirleri

Kore Savaşı'ndaki Türk askerin disiplin ve dirayeti, Amerikan ordusunun oldukça dikkatini çekmiş ve araştırma konusu…

4 gün ago

Bizans’ta Katalan Komutan Roger de Flor

Roger de Flor... Kimi zaman iyi bir kumandan, kimi zaman bir hain olarak anıldı. Bir…

4 gün ago

Dağlardan Çöllere Uzanan Serinlik: Buz Ticareti ve Karcılar

Tarih kitapları, kar hakkında bilgi verirken daha çok onun olumsuz rolünden bahsederler ve bu konuya…

4 gün ago

Ortamahalle’den Ortahisar’a Trabzon Günlüğü

Şimdi bu dönüşümün ortasında, eski ve yeni Trabzon arasında bir köprü kurarak; anılarımı ve şehri,…

4 gün ago

İsmi Satır Aralarında Kalmış Bir Büyük Hattat Akşemseddinzâde Mehmed Zeynüddin

Bazı mürekkepler vardır ki çok iz bıraksalar da kendileri görünmezler. İsimleri satır aralarında gizli kalmış,…

4 gün ago

İlimle Yükselen Medeniyet Selçuklular

Tarih sahnesinde öyle devirler vardır ki yalnızca kılıçla değil, kalemle de hüküm sürülür. Selçuklu asrı,…

4 gün ago