Kadılık, kazaskerlik ve müderrislik gibi vazifelerde bulunan Muhaşşî Sinan Efendi, Osmanlı ilmiyesinin önemli simalarından biridir. Ancak onu ilim dünyasında bilinir kılan, bulunduğu makamlar değil, yazdığı eseridir. Kaleme aldığı eser, o kadar takdir edilir ki Osmanlı coğrafyasında yıllarca okutulur. Hakeza lakabını da bu eserinden alır…
“Âvâzeyi bu âleme Dâvud gibi sal
Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş”
Geride hoş bir sada, hoş bir hatıra bırakmayı böyle dile getirmiş şair Bâkî merhum. Bu sadanın nasıl olduğu da çok önemli tabi. Kişi ne ile hatırlanmak isterse ona göre hareket etmelidir. Kötü olarak anılanlar da var elbet ama biz bu sefer iyilere odaklanıp onlardan kendimize bir numune devşireceğiz.
Bir meslek erbabı işini ne kadar iyi yapar ne kadar çok tanınırsa zamanla o meslek, kişinin ismini unutturur yahut isminin bu meslekle anılmasını sağlar. İşte bu durum, ilim erbabı için de geçerli. Bir âlim kendini hangi ilim dalında geliştirmiş, hangi alanda eser kaleme almış ya da okutmuş ve bu alanda kendi camiası içinde şöhret bulmuşsa, tarihteki yerini de o şekilde almıştır. Meselâ, Kâfiyeci diye meşhur bir âlim vardır. İbn-i Hâcib’in el-Kâfiye isimli eseriyle çokça meşgul olduğundan ve bu eseri çok okuttuğundan bu isimle anılmıştır. Öyle ki, birçok ilimde mütehassıs olmasına rağmen onu meşhur eden bu eser olmuş, kendi ismini bile unutturmuştur. Memleketi ve babası bilinir ancak kendi adı bile bilinmez. İlimde kaybolmak bu olsa gerek.
Eseriyle, ilmiyle anılan âlimlerden birisi de Muhaşşî Sinan Efendi’dir. Neden muhaşşî dendiğine gelmeden önce biraz kendisinden bahsedelim. Sinan Efendi, Hicrî 893/Miladî 1488 yılında, Amasya sancağının Sonusa köyünde doğdu. Bu köy, bugün Amasya’nın Taşova ilçesine bağlıdır ve ismi de Uluköy olmuştur. Asıl adı Sinaneddin Yusuf’tur. Doğum yerine nispetle Amasî diye de anılır. İlk eğitimlerini, Amasya’daki Küçük Ağa Medresesi hocalarından Emîr Kulu Şemseddin Efendi ve Hüseyniye Medresesi hocalarından Taşköprülü Muslihiddin Efendi’den aldı. Küçük yaşta, hüsn-i hatta üstadı olan Şeyh Hamdullah ile beraber İstanbul’a gitti. İstanbul’da Zenbilli Ali Efendi’nin derslerine devam etti. Kanuni Sultan Süleyman’ın hocası Hayreddin Efendi’ye mülazım oldu. Hicrî 928/Miladî 1522 yılından itibaren Gelibolu, Edirne ve İstanbul’da Sahn-ı Semân’ın da aralarında olduğu birçok medresede müderrislik yaptı.
1539-40’da Halep kadılığına tayin edildi. Bağdat’ta teftiş çalışmalarını yürüttü ve Bağdat Valisi Üveys Paşa’nın görevden alınmasına yol açtı. 1542-45 yılları arasında Dımaşk, Bursa, Edirne kadılıkları yaptı. Eylül 1547’de İstanbul kadısı ve on gün sonra Anadolu kazaskeri oldu. Kanuni Sultan Süleyman’la birlikte Tebriz seferine katıldı.
Yazının tamamını Yedikıta Dergisi 196. sayısı (Aralık 2024) okuyabilirsiniz.
Şehrin Üçüncü fatihi Emîr Timur, binlerce kilometre mesafe kat edip Anadolu’ya kadar gelmiş, Ege sahillerine…
Birisine ikramda bulunulacağı zaman, tepsiler yardıma yetişir. Bu sefer tepsideki ikramlık, bir kahve yahut tatlı…
Harita olmadan yerini dahi bilemeyeceğimiz, ismini pek duymadığımız hatta bazılarımızın ilk defa duyduğu Galiçya, bizi…
Genellikle süs eşyası olarak kullanılan inci bir zamanlar çok daha kıymetliydi ve ciddî servet kaynağıydı.…
Bir zamanlar Sarayburnu’nda arz-ı endam eden Dârülfünûn binası, döneminin simge eserlerinden biriydi. Yapıldığı yıllarda büyük…
Ehl-i Sünnet itikadına muhalif görüş ve hareket içerisinde olanlar âlim veya şeyh de olsa, suçlarının…