Categories: KapakManşet

Hazinenin Anadolu Yolculukları

Mukaddes Emanetler, Hazine-i Hümâyûn ve Hazine-i Evrak’ın İstanbul, Ankara, Konya, Niğde Devriâlemi

Hazinenin her zaman para-pul manasına gelmediğini Osmanlı literatüründe sıkça görürüz. Onlar için devletin nakdî hazinesi, Hazine-i Hümâyûn’du. Devlet arşivinin ismi, Hazine-i Evrak’tı. Şüphesiz en değerli hazine ise Emânât-ı Mübareke dedikleri Mukaddes Emanetlerdi. Her üçü de asırlarca büyük bir titizlikle korundu, kollandı. Manevî kıymeti en yüce olan emanetler ise muhafaza altında oldukları odanın tozlarına “cevher-i saadet” denilecek kadar müstesna idi. Böylesine gözlerden sakınılan hazineler, gün geldi düşman tehdidine maruz kalıp Anadolu’ya taşındı. Gün geldi satılmak istendi. Ancak nihayetinde, ait oldukları asırlık mekâna bir şekilde döndüler. İşte bin bir badireyle geçen yolculukların özeti…

İki Cihan Serveri’ne (s.a.v.) halisane muhabbetin ne güzel ifadesidir; “Anam babam sana feda olsun yâ Resûlallah!” Canlardan aziz tutulan ol zât-ı pâk-i Muhammedî ki peygamberler tarihinin en müstesnasıdır, ahir zaman nebîsidir. Satırlarını, o saadetli asrın kutlu hatıraları ile süsleyen tarih kitaplarında görürüz ki Ashab-ı Kiram, Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve selleme hiçbir surette zarar gelsin istememişler, bilakis mübarek saçının sakalının bir tek telinin dahi yere düşüp incinmesine gönülleri razı olmamıştır. Öyle ki onlar, Resûlüllah Efendimiz’in (s.a.v.) bir tek saç veya sakal teline dünyaları değişmeyeceklerini ifade etmişlerdi.

Halid bin Velid radıyallahü anh, sarığının içinde onlardan birini saklardı hep. Bir defasında savaş esnasında başından sarığı düşünce savaşı bırakıp sarığını yerden almak için gayret göstermişti. Çünkü diyordu, “Ben bu sakal-ı şerif ile girdiğim her savaşı kazanırım. Ölsem de ondan vazgeçmem!”

Bir başka sahabî, Ebu Zem’ati’l-Belevî radıyallahü anh, Kayrevan’da (Tunus) medfundur ve ora ahalisince “sâhibü’ş-şaarât” diye anılır. Çünkü o, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) mukaddes saç tellerini taşıyordu üzerinde.

Ahir zaman peygamberine ait ilk Mukaddes Emanetler böylece teşekkül etmişti. Sonra, Nebevî hediye iki hırka, ilk sahiplerinden bugüne ulaşacak en müstesna emanetler oldu. Allah Resûlü’nün irtihalinin akabinde de zat-ı şerifine ait bazı mübarek eşya, asırlar içinde birkaç defa el değiştirse de günümüze kadar ulaştı. (Konuya dair detaylı bir dosya, 109. sayımızda, Eylül 2017’de yayınlanmıştı.)

Emanetler Anadoluda

Bizzat Peygamber Efendimiz’in vücûd-ı pâkine ait sakal-ı şerifleri yahut kullanmış oldukları birtakım eşyayı, başta Sahabe-i Kiram, canlarından aziz bilmiş, bu “kıymeti cihan değer” mübarek eşya, Hulefâ-yi Râşidîn, Emevîler ve Abbasîler devirlerinde de titizlikle muhafaza edilmişti. Emevî Devleti’nin ilk halifesi Hz. Muaviye radıyallahü anh, Hırka-i Saadet’i, Emevî halifelerine miras bırakmıştı. Ömer bin Abdülaziz (rah.), Sevgili Peygamberimiz’in kullandıkları bazı mukaddes eşyayı, bir odada muhafaza eder ve ziyaret ettirirmiş. Bütün bu ve benzeri teberrükat eşyası, bilahare Abbasîlere intikal etmiş, hilafet merkezi Bağdat’ın Moğollarca istila edildiği 1258 tarihinde de Kahire’ye götürülmüştür.

1512’ye kadar burada Osmanlı’yı bekledi Emânât-ı Mukaddese. Savaş hâli zuhur edince de Mısır hazinesiyle beraber İskenderiye Kalesine konuldu. Mağlubiyet mevzubahis olursa buradaki hazine, Mağrib’e götürülecekti. Fakat işin nihayetinde, Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethiyle Anadolu yolu göründü muhterem hatıralara.

Uhud şehidi mübarek diş (dendân-ı saadet), sakal-ı şerifler, hırka-i şerif, na‘leyn-i şerif ve diğer bazı Mukaddes Emanetler, kat kat altın işlemeli bohçalara sarılıydılar. Sultan Selim Han, büyük tazim ve hürmet gösterdiği emanetleri, “Şefaat yâ Resûlallah” niyazıyla bizzat mühürleyip İstanbul’a uğurlamıştı. Böylece umumî manada Anadolu, daha hususî manada ise Osmanlı sarayı, en kıymetli hazinelerine kavuşmuş oldu. Üzerinde titrenen bu hususî eşyaya, Topkapı Sarayı’nda hususî mekânlar tahsis edildi. İlerleyen asırlarda teberrükat eşyasının nevi ve adedi çoğaldı, bu manevî kıymeti yüksek hazineye yenileri ilave oldu.

İlk Göç: Konya Şereflendiren Emanetler

1909 ile 1963 arası, Mukaddes Emanetler ve Hazine-i Hümâyûn için çok kritik senelerdi. Bu yarım asırlık zaman diliminde emanetler ve hazine, kâh güvenlik amacıyla kâh satılmak (!) üzere, bazen gizli bazen aşikâr, Anadolu’ya gönderildi. Konya, Ankara ve Niğde’ye idi bu seyahatler.

Kapak yazısının tamamını Yedikıta Dergisi 176. sayısından (Nisan 2023) okuyabilirsiniz.

Arif Ziya Ardıç

Recent Posts

Horasan’ın İncisi Merv

Düzlüklerinde savrulan her bir toz zerreciği dahi buram buram tarih kokar Merv’in. Sanki akıp giden…

3 gün ago

Timur Beg’in Mimarî Mirası

Timurlu mimarîsi, pek çok farklı coğrafyadan taşıdığı izlerle Orta Asya’daki İslâm sanatının zirvesidir. Sonraki devirler…

3 gün ago

Yavuz Sultan Selim Han’ın Âlim Dostu Molla Halîmî Çelebi

Osmanlı ilim ve irfan geleneğinin parlak simalarından Halîmî Çelebi, ilmiyle âmil, ahlâkıyla mümtaz bir âlimdir.

3 gün ago

Selçuklu Medeniyetinin Bilgi Hazineleri Kütüphaneler

Selçuklu sultanları ve devlet adamları, kitaplara duydukları hürmeti, ülkenin dört bir yanında inşa ettikleri kütüphanelerle…

3 gün ago

Batılı Seyyahların Gözüyle Osmanlı Kadını

“Türk insanı şefkatlidir, ailesine düşkündür. Evlilik ve aile bağlarına genel olarak Avrupalılardan daha çok saygı…

3 gün ago

Tuna Kıyısında Bir Tarih Ingolstadt

Orta Çağ’dan kalma şatoları, dev araç fabrikası ve Bavyera Ordu Müzesi’nde sergilenen Osmanlı çadırıyla Ingolstadt,…

3 gün ago