Keşfet

Geçmişten Günümüze Yedi Ramazan Geleneği

“Nerede o eski Ramazanlar” diyerek başlar yeni Ramazanlarımız. On bir ayın sultanı olması münasebetiyle farklı bir manevi havayı içinde barındıran Ramazan-ı Şerif, aynı zamanda geçmişten günümüze birçok güzel geleneği de beraberinde getirir. İşte bu mukaddes ayda maddi ve manevi havamızı değiştiren 7 geleneğimiz…

1. Minarelerin Işıltısı Mahyalar

Ramazan ayında ve mübarek gecelerde minareler arasında kurulan mahyaların, Sultan Birinci Ahmed devrinde kullanılmaya başlandığı rivayet olunur. 1614 senesinde Fatih Camii müezzinlerinden Hattat Hafız Kefevî namında bir zat, iki minare arasına ortası yazılı çok sanatlı bir çevre işler ve bu çevreyi hediye olarak Sultan Ahmed Han’a takdim eder. Padişahın çok hoşuna giden bu hediyeden ilham alınarak, dini hükümlere de uygun olmak şartıyla Ramazan gecelerinde minareler arasına çevredeki gibi mahyalar kurulması irade edilir ve bu yenilik ilk defa 1617’de tamamlanan Sultanahmed Camii’nde tatbik edilir.

2.Ferahlatıcı Bir Gelenek:Teravih Şerbeti

Ramazan gecelerinde bal şerbeti ikram etmek Osmanlı Devleti’nde âdet idi. Bu geleneğe Teravih şerbeti adı veriliyordu. Hatta Osmanlı devrinde bu iş için vakıflar kurulmuştu. Bunlardan biri Sultan Dördüncü Mehmed’in annesi Hatice Turhan Sultan’ın Yeni Cami ve yanına yaptırmış olduğu vakıftır. Bu cami ve vakıfta 116 kişi çalışırdı. Bunlar Ramazan ayı geldiğinde iftardan sonra halka şerbet dağıtırlardı. Şayet Ramazan ayı yaza rast gelmiş ise şerbetler içine kar atmak sureti ile soğutularak ikram edilirdi. Bu geleneğin bugün de uygulandığı yerler mevcuttur.

3.Talebelerin Ramazan Vaazları

Medreselerde okuyan talebeler Osmanlı devrinde her sene üç aylarda (Receb-i Şerif, Şaban-ı Şerif ve Ramazan-ı Şerif) medreselerdeki derslerine ara verip değişik yerlere dağılarak vaaz ve nasihatlerde bulunurlar, Kur’ân-ı Kerîm okur, namazları kıldırır ve bayramdan sonra
da medreselerine geri gelirlerdi. “Cerre çıkmak” denilen bu sistemin talebelerin daha iyi yetişmesine çok büyük faydaları olmuştur. Osmanlı padişahları üç aylarda taşraya çıkan bütün medrese talebelerinin ihtiyaçlarının görülmesini mahallî vazifelilerden istemişlerdir. Bu uygulama günümüzde de devam ettirilmektedir.

4. İftarın Habercisi Toplar

İmsak ve iftar vaktinin habercisi olarak top, Sultan Üçüncü Mustafa devrinde (1757-1774) kızının Rumeli Hisarı’nda inşa ettirdiği muvakkithane önünde atılmaya başladı. Daha sonraları Yedikule Surları’nda ve İstanbul’un çeşitli sahalarında da imsak ve iftar
vakitlerinde top atılır oldu. Bu usûl, Anadolu ve diğer eyaletlerde de kısa sürede yayıldı.

5. Dişlerini Davet Sahibine Kiralamak

Eskiden köşk veya konak sahipleri Ramazan’da civar halkı için sofralar hazırlatır, kim gelirse gelsin içeriye alınırdı. Misafirler iftarını yapıp gitmek için kalktıklarında konak sahibi kadife kese içerisine koyduğu altın veya gümüş paraları diş kirası olarak gelen misafirlere verirdi. Bu âdet gereğince iftara katılanlar dişlerini davet sahibinin zevkine kiralamış oluyorlardı. Diş kirası denilen bu hediyenin zarif sebebi her ne kadar davetlilerin o gece zahmet edip gelerek, hane sahibinin sevap kazanmasına vesile olması gibi sunulsa da aslında amaç bu vesileyle muhtaçlara yardımda bulunmak, onları sevindirmekti. Bugün de Ramazan sofraları herkesin imkânı nispetince akraba, dost veya fakirlerle paylaşılmaktadır.

6. Davulcu Kaldır Bizi Sahura

Bu mübarek ayın alâmet-i fârikası niteliğindeki Ramazan davulcuları, teknolojinin bu kadar gelişmediği zamanlar için hayatî bir önem taşırdı. Günümüzde olduğu gibi, eskiden de Ramazan ayında halkı sahura kaldırmak için Ramazan davulcuları vardı. Bunlar sokak sokak dolaşırlar ve Ramazan’a uygun şiir ve manilerle Müslümanları sahura kaldırırlardı. İşte bu manilerin meşhurlarından bir tanesi:
Besmeleyle çıktım yola
Selam verdim sağa sola
A benim devletlü efendim
Ramazan’ın mübarek ola

7. Hırka-i Şerif İle Müşerref Olmak

Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.), günümüze ulaşan iki hırkaları da İstanbul’dadır. Bunlardan Hırka-i Şerif olarak isimlendirileni, Veysel Karani Hazretlerinden kardeşi Şihâbeddîn el-Üveysî’ye intikal eden hırkadır. Sultan Birinci Ahmed’in isteği üzerine Üveysî ailesi Fatih semtine yerleştirilmiş ve İstanbul halkının bu Hırka-i Şerif’i ziyareti sağlanmıştır. Birinci Abdülhamid Han, Fatih’te bir Hırka-i Şerif odası yaptırmış, ardından Sultan Abdülmecid Hırka-i Şerif Camii’ni inşa ettirmiş (1851) ve Hırka-i Şerif burada muhafaza edilerek günümüze kadar ulaşmıştır. Ramazan’ın ilk Cuma günü ziyarete açılan Hırka-i Şerif, Ramazan boyunca yüz binlerce kişi tarafından ziyaret edilmektedir.

Daha fazlası 7’LERLE TARİHİNİ KEŞFET kitabında!

Yazının VİDEOSUNU izle!

Yedikıta Dergisi

View Comments

  • Sultan ikinci Abdülhamid Han hazretlerini anlayacak beyin kendi devrinde yoktu. İtirafta bulunan saksılar hep sonradan çalışmış ne yazık ki !!!

Recent Posts

Karadeniz’in Çanakkalesi HARŞİT

Birinci Dünya Savaşı, insanlık tarihinin gördüğü en kanlı savaşlardan birisiydi. Osmanlı Devleti’ni parçalama savaşı da…

3 hafta ago

İngiltere’den İstanbul Manzarası Mesut İnsanlar Panoraması

Panoramik gösterimin mucidi ve patent sahibi Robert Barker ile küçüklüğünden beri panorama resimleri yapan oğlu…

3 hafta ago

Gerze’nin Sevimli Misafiri Balina Aydın’ın İlginç Hikâyesi

Bundan 32 yıl önce, Sinop’un balıkçı kasabası Gerze’yi, sevimli bir misafir ziyaret etmişti. Kendini çok…

3 hafta ago

Sarayda Kahve Nasıl İkram Edilirdi?

Türk kahvesi, sadece lezzetli bir içecek olmanın ötesinde, 500 yıl aşkın bir geçmişe sahip, köklü…

3 hafta ago

Büyük Selçuklu Sultanlarının Âlimlerle Münasebetleri

Salih kimselerin sohbetinde bulunmanın ve onlarla hemhâl olmanın, gönüllere ferahlık ve huzur verdiği, defaatle söylenmiştir.…

3 hafta ago

Liyakât ve Ehliyet Okulu Enderun İnfografiği

Osmanlı Devleti'nin bu kıymetli okulu Enderun'u infografik formatında sizlerle!

3 hafta ago